19 Ekim 2017 Perşembe

ALLAH'IN ANAHTARI NE?

           
Selamünaleyküm dostlar!

      Uzun zaman oldu kalemi elime almayalı.(Kesintisiz düşünürsek 11 ay kadar var ne yazık ki) 15 Temmuz'dan sonra yüreğimde büyük bir acı,gözümde yaşlar mürekkep olarak döküldü.Kalemime bir şey kalmadı.Ne yazılabilirdi ki,hangi sözler anlatabilirdi hainliği,dünyanın ilerlediği yönü.Oysa ki insanların paylaşabilecek güzel şeyleri de vardı sözlüklerinde geçen.Ama biz insanoğlu kötü olanları seçmeye meyillenir olmuştuk.Bunlar olurken intern savaşlarında buldum kendimi.İnsanları tanımak en iyi orda nasip oldu.Bakışlardan olayın nereye gideceğini tahmin eden ,hamleleri şekillendiren insanlar oluverdik.Oysa ben satrancı bilmezdim. Şah mat nasıl olunuyormuş öğrendim ama. İnternlük bitti derken kendimizi TUS sürecinde bulduk.Aman Allah'ım!O da kapalı ceza eviydi adeta.İlim öğrenirken kendine zulmetmenin adı olsa gerek.O bitti dedik atamalar geldi.Belirsizlik,taktik skandallarına imza atıldı.Bunlar olurken ''Hayat güzel kuşlar uçuyor'' diyemiyorum eskisi gibi. Ama tevekkül ve şükür kelimelerini kalbimize kazıyalım,yoksa zor diyebiliyorum.

      Sizlere hitap edecek yüreğim var mı diye baktım.Oh dedim yerinde duruyormuş.Aldım elime hemen kalemi.Bu yazımda yaşadığım birkaç şeyi ve çıkardıklarımı paylaşacağım bir de tatlı dipnotum olacak. Vee favorilerle kapatacağım.

      TUS'tan sonra hayata protesto edercesine kendimi yatağa zincirledim ama ne zincirlemek.Ben diyim yorgunluk,siz deyin depresyon.Sonra dur ben manevi ablamı arayayım dedim.Öyle bildiğiniz tarikat ve cemaat ablalarından değil kendisi:) ''Ablam ben galiba manevi hastalığa yakalandım.Sen bir bana dua ediver,dermanı vardır elbet''dedim telefonu kapatırken. Sağolsun dua etti.Normalde sabah namazlarından sonra ayakta duramam uyurum malesef. Ertesi günü o ben,ben değildim.Sabah namazından sonra uyumadım.Camı, perdeyi açtım.Güneşin doğuşunu,o renk geçişini,gökyüzünü,martıları seyrettim.Evimiz deniz manzaralı değil:) Ama komşu martılarımız var,arada lap lap diye gürültü yapan:) Neyse o an gönlümün ferahladığı hissettim.Sonsuzluğu ve birçok konuyu tefekkür etme şansı yakaladım.Sonraki günlerde de tefekkür saatlerim devam etti.O saatlere ab-ı hayatımız olan Kuran ve hadisi de koyup,nefsimizle baş başa kaldığımızda onu silktim mi tadından yenmiyor hakkaten. Şiddetle tavsiye edilir.



     Diğer bir mesele. Geçen haftalardan birinde evrak işlerini halletmek üzere dostlarla buluştuk. Ordan da Süleymaniye'deki mekanlardan birine geçtik.

(Mekan tanıtımı yapmıyorum,o iş Sefer'de:) )

.Koyu bir sohbetten sonra Süleymaniye Cami'de ikindi namazımı kıldık. Süleymaniye'ye oldum olası farklı bir bağlıyımdır.Nereye gidelim diye düşünürken ilk orası aklıma gelir.Oradan ayrıldık,ara sokaklardan birinden gidiyoruz.Böyle el yapımı şeylerin yapıldığı küçük bir dükkana denk geldik.Eğer dükkanın önünde ayraç,kalem,defter,ahşap vs varsa oraya dalınır.Biz de durduk. Dedim rastgele ayraç seçeceğim.Ayraçların da üzerinde Arapça ve Türkçe isim yazıyor.Çektim ve ismimin yazdığı ayracın gelmesi bir oldu.Ben şaşkınlıklar içerisindeyim.Normalde arasam ismimin yazdığı herhangi bir nesneyi dükkanlarda bulamam.Sonra Endonezya'dan getirilmiş defterlerden de aldık.İçine 1 dk içinde sürpriz şeyler çizdi emektar abimiz. Dükkanın içinde hat,ahşap işleme bir sürü şey vardı.Ama bir sürpriz de vardı bizi bekleyen.Kabe örtüsünün bir parçası ve Medine toprağı:) Elhamdülillah nasiplendik gene. Her insan bir hikayedir.Kapağını selamla açarsınız.Size hikayesini,sürprizlerini,nasihatlerini,dualarını sunar.O yüzden sokaklardan geçerken arada emektar insanlara uğrayın,kapısını çalın. Pişman olmazsınız.


      Geldik dipnota:) 

Akrabalarla oturuyoruz,sohbet koyu.Bir tane akrabanın miniği,daha 3 yaşında. Birkaç kişiye ve en son ablasına sormuş. ''Allah'ın anahtarı ne ?'' diye. Ablası da cevap veremeyince ninesine gitmiş. ''Nine,ablama sordum o da bilmiyor. Allah'ın anahtarı ne?'' Ninesi:''Allah'ın anahtarı Bismillah'tır çocuğum'' demiş.Bu da kulağımıza küpe olsun.

      Veee favoriler......
         -Feyzü'l Furkan Tefsirli Kur'an-ı Kerim Meali-Doç.Dr.Hasan Tahsin Feyizli
         -İyiler Ölmez-Mustafa Kutlu
         -Ya Tahammül Ya Sefer-Mustafa Kutlu
         -İslam'ın Dirilişi-Sezai Karakoç
         -Otomatik Portakal-Anthony Burgess
         -PK-Aamir Khan'ın mükemmel filmlerinden biri:)
 

  Selametle...

24 Eylül 2017 Pazar

Gezelim Görelim Durak II Sirkeci-Tophane

Benim en sinir olduğum huylarımdan biridir bir şeyleri yarım bırakmam. Aslında herkes hak verecektir ki çok kötü bir alışkanlık. Okuduğum kitap, izlediğim film, yazdığım yazı yarım kalır çoğu zaman. Tahammül ve ben uzun zamandır haftaların sonunu zor getirecek derecede yorgun olduğumuz içindir herhalde, her başlanan yazı yarım kalıyor. Özellikle ben iş yoğunluğumdan her heveslendiğim akşam yazarken bitkin düşmüş buluyorum kendimi. 

Yazı dizisi olarak başladığım Kudüs Günlükleri'nin ikinci yazısını tamamlayamadım mesela. Gün içinde karşılaştığım olaylara istinaden yazmaya başladığım bir yazım da öyle taslaklarda demirbaş olarak gözlerimin içine bakıyor. 

Geçen gün Nurettin Rençber'in Aşk Sana Benzer şarkısının coverını yapan Koray Avcı'yı dinledim. Normalde kendisinin seslendirmeleri hoşuma gitmediği halde sadece bu şarkıdaki nakarat çok fazla içime dokundu nedense. İlk fırsatta yazı yazmaya otur mutlaka dedim. Aslında şarkı sözleri çok naif, duygusal ve romantik ama bende enerji patlamasına neden oldu sayılır. Aksi gibi de Tarık Tufan okumaya koyulmuştum uzun zaman sonra geçen günlerde. Melankolisi aldı yerin dibine soktu beni. Şarkılar ve kitapların bana bambaşka etkisi oluyor duygu konusunda. 

Neyse bu duygusallıkların aksine ben bu yazımda gezelim görelim modunda olacağım.

Bu ay zaten sergi, festival, fuar vs ayıdır ya bu hafta hepsinden bol bol mevcuttu şehrimizde. Önceden festival mi varmış sayın okur... Panayır hepsinin atasıdır bence. Ben kendimi bildim bileli bizim memlekette panayır hep olur. İnsanlar o zamanı bekler dört gözle. Tabi büyükşehirde her şey elimizin altında diyoruz her seferinde ama yine de kendimize bi değişiklik ararken bu festivalleri icat etmiş bazı insancıklar.

Bu haftasonu İstanbul Coffee Fest, Likefest ve Zeruj benim dikkat ettiklerim arasındaydı tabi ama aynı zamanda defileler vs ler ilgi alanım dışında gerçekleşen bir sürü EVENT da mevcuttu. Cümlelerimi bitirdikten sonra linç yiyebilirdim belki kalabalık bir insan grubuna hitap ediyor olsaydım. Daha minik bir yazar olduğumdan mütevellit rahat rahat yazacağım yorumlarımı. 

Zeruj her ne kadar satış anlamında içinde bulunan katılımcılarından daha önce alışveriş yapmış bir kimse olsam da bir tarafıyla beni hep rahatsız eden bir etkinlik olarak kalacak. Bir şey ya fazla ya eksik bilemiyorum. Gördüğüm paylaşımlara ve tanıdık söylemlerine göre de değmeyecek bir kalabalık festivalin her gününde mevcut.

Kahve sever biri de olmadığım için Küçükçiftlik Park'taki İstanbul Coffee Fest beni kendine çekmedi doğrusu. Seyrettiğim paylaşımlarda birçok stand için içim gitmedi diyemem ama haklarını yemeyelim...

Ben arkadaşlarımla dün Likefest'e uğrama niyetiyle yola düşmüş idim. Öncesinde bir kahvaltı edelim dedik ve daha önce gitmediğim halde adını duyduğum Arada Kafe'ye misafir olduk. Lübnan ve Ortadoğu mutfağını sevenler için değişik bir alternatif olabilir. Mekan hem Türk hem de Lübnan mutfağını bir arada sunuyor. 




Tabi biz gündüz gittiğimiz için hatta sabah saatlerinde olduğu için kafeyle çok haşır neşir olamadık. Sadece iç dizaynının hoş olduğu kanaatindeyiz. Kafe iki katlı. Anladığım kadarıyla bazen ya da her akşam hoş müzikli bir ortam oluyor. Eğer akşamları da gidersem muhakkak hakkında yazacağım. Şimdilik kahvaltı için hizmet bence 10 üzerinden 7,5 diyebilirim. Özellikle ara ara gelip isteklerimizi sorma çay yenileme vs durumu çok iyiydi.




Özellikle Ortadoğu mutfağı sevenler için Falafel, Humus, Muhammara için iyi bir deneyim olabilir. Mekan Tophane'de. Ulaşım açısından da kolay bir yerde yani.
Instagram hesabını da şöylece bırakayım;
www.instagram.com/aradakafe


Tabi biz karnımız doyar doymaz kendimizi LikeFest'te bulduk. O ne kalabalık o ne izdiham. Bu etkinliği sevme nedenim minimal ve gerçekten sade şeylerden oluşan bir ortam olması. 


Özellikle giyim konusunda takip ettiğim eluvari, kupeliagac, rabiaca, steelstone festivaldelerdi. Kalabalığa rağmen bayağı bir gezme fırsatı bulduk. Özellikle Ziv Gümüş, Your Hand Bags, Tabi Tasarım ürünleri çok güzeldi. 


Arkadaşımızın eşi diye demiyorum Değerli Eşya Dükkanı standı da çok popülerdi.


Sonrasında bir miktar acıktık tabiki ve blogtan da tanıdığınız ÇufÇuf'un tavsiyesiyle Tarihi Hocapaşa Lokantaları'ndan biri olan Şehzade Cağ Kebap'a oturduk. Pardon oturduk mu demişim. Tabiki meşhur olmasından dolayı kapısında uzuncaaaa bir kuyruk mevcut. Az biraz bekledikten ve bazı kimselerle de açlıktan kaynaklı olduğunu düşündüğümüz sebeplerden ötürü gerilme sonucunda yerimize oturduk.






E tabi kebap önünüze gelince beklediğimize ve gerildiğimize değdi diyorsunuz. En son ÇufÇuf'un tavsiyesi yemeği çok beğendiğimde Konya'da tirit yemiştik. Bu gezi de ayrı bi yazı konusu :)




Şehzade Cağ Kebap'ı bilmeyen kalmasın bilen de gidip tekrar bizim için de yesin lütfen :)

Tabii ki yemeğin üstüne de tatlı yemeden olmazdı. Hafız Mustafa tatlılarını ben en çok Edebiyat Kıraathanesi'nde yemeyi severim ama ikinci sırada da Hocapaşa'dakinde tramvay izleyerek yemek var :)

Benim Hafız Mustafa favorilerim kim ne derse desin muhallebiler. Özellikle de çilekli olanların her türlüsü kabulüm...


Mini gezimizden mini notlarla bahsettim. İnşallah gelecek yazımda daha güzel deneyimlerle burda oluruz.

Allaha emanet olunuz
:)

16 Eylül 2016 Cuma

Kudüs Günlükleri I



Bayağıdır yeni yazı yazmıyordum. Yazmıyorduk daha doğrusu. İçimden yazmak gelmiyordu bir süredir. Birçok neslin toplamda görmediği bir sürü olayın şahidi olan bir nesil olarak, yaşadığımız olaylar öncesinde bizi yıldıran terör olayları gönlümüzü biraz daraltmıştı ama neyse ki inşallah güzel günler bizi bekliyor. Buna inancım tam. O yüzden bu gün de yazmanın tam zamanı dedim ve baktım da neredeyse nisan ve mayıs dolaylarından bu yana yokmuşum ortada. Bizden haberler vererek başlayayım en iyisi...

Tahammül artık son sınıf tıp öğrencisi yani "İNTERN DR" Yaşamayan bilmez tabi bu unvanın anlamını. Cerrahi stajıyla bu döneme merhaba dediği için kendisi şu an yarı çevrimdışı diyebiliriz. Lakin İTF'liler isteseler de tam olarak çevrimdışı olamazlar. Mizaçlarına aykırı bir durum. O yüzden o tempoya alıştığı vakit ve yükü az da olsa hafiflediğinde onu da buralarda göreceğiz. Gerçi o da benden bayağıdır bir yazı bekliyordu. Bu yazıyı yazdığımdan da haberi yok :)

Bendeniz de işte bu iki üç ay içinde çoğu kişinin belası olan KPSS ile atanarak devlet memuru oldum birazcık ucundan kıyısından. O sebeple rutin hayat insanı olmakla meşguldüm bu süreçte. Elim değmedi bilgisayara desem yeridir. (Tabi iş bilgisayarı hariç. Hem bu işle beraber klavyeyi daha hızlı kullanmaya başladım.) Tabi atandığımı öğrendiğim gibi çalıştığım yerde bastım istifayı ve hali hazırda Kudüs'e gitmeye hazırlanan arkadaşımın peşine takıldım.

Tabiii bu yazıda asıl uzun uzun anlatacağım konu da bu...

Tahammül ile bu blogu açmadan önce Tumblr'da mini mini yazarken kendi kendime söz vermiştim. Gezi anılarımı da yazacağım inşallah diye. Biraz geç de olsa adımın hakkını burada vereyim dedim. Böyle yazdığıma bakmayın. Yükseklik korkusu olan biri olarak ne uçağa binmişliğim vardı ne de yurt dışına çıkmışlığım. Pasaportum bile yoktu. Allahtan yanımda bu prosedürleri bilen biri vardı da kendimi güvende hissediyordum. Bu arada yol arkadaşımı da tanıyorsunuz. Nam-ı diğer ÇufÇuf. Aslında adından onun bu potansiyelini biliyor olmanız lazımdı :)

Ben pasaportumu çıkarttım ÇufÇuf da hızlıca yeniledi.

25-28 Mayıs tarihlerinde oradaydık.

Merak edenler olur diye ben her detayıyla anlatacağım ziyaretimizi. 

ÇufÇuf ne kadar yurt dışına çıkmış olsa ve bu beni rahatlatsa da efsanelerle ve zalimliğiyle anlatılan bir İsrail devleti var karşıda bekleyen. Aracılığıyla gittiğimiz Sıla Tur bu konuda tecrübeli bir şirket olmasına rağmen biz çok bilmediğimiz için hem vize olur mu olmaz mı merak içindeydik bir süre. Bir yandan da daha önce gitmiş olan ablalarımızla konuşuyoruz. Onlar rahat konuşuyorlar ama takip ettiğimiz Kudüs haberlerinde Yahudi bayramlarında Müslümanlara yapılanları okuyoruz. Daha doğrusu bizim orada olacağımız tarihe denk geleceği için panik oluyoruz. Bu bayramlar da bir iki gün süren bayramlar değiller. O günlerde Müslümanların dışarı çıkışlarıyla ilgili kısıtlamalar bizi endişelendiriyor haliyle ama bunların iç yüzünü oradayken daha iyi anlıyoruz. Sonrasında bunlara da değineceğim.

Bir sıkıntı olmadan uçuş günümüz geliyor. Sabiha Gökçen'e grubumuzla buluşmaya gidiyoruz. Tabi grubumuz önceki gruplara göre fazlaca kalabalık olduğu için bizden önce giden kafiledekiler çoktan varmıştı bu süreçte. Bizim bu kalabalık oluşumuz oraya gittiğimizde İsrail askeri için de bir çekince sebebi oldu iyi anlamda :)

Gidişte tek üzüntümüz Kudüs'e yıllarını vermiş ve her şeyini çok iyi bilen rehberimiz Musa Biçkioğlu'nun İsrail'in engeli sebebiyle gelemeyeceğini haber almamızdı. Tur rehberliğimizi haliyle tek başına grup liderlerinin desteğiyle Besim Kaplan üstlendi. 

Uçağa alınmadan önce ilk İsrail esintisi valiz hazırlığı ile ilgili soru prosedürüydü. (Dil,din vs farketmeden aynı soruları soruyorlar.Güvenlik gerekçesiyle.)




İsrail'in başkenti Tel Aviv'e yaklaşık iki buçuk saat sonrasında vardık. Tabi hep anlatılan efsanelerden biri olarak pasaport kontrolünde bizi nelerin beklediğini hepimiz merak ediyorduk. Çünkü gruptaki neredeyse herkes ilk defa gelmişti. O sırada yolculuğun sonuna kadar bizi güldürmeye devam eden teyzemiz ortamın gerginliğini yumuşatarak ÇufÇuf ve bana belki de ömrümüzce unutamayacağımız o komik soruyu sordu: "Kızım biz şimdi Suriye'ye mi geldik?"

Kabul edin siz de olsanız bu soruya çok gülerdiniz. Sonradan da öğrendiğimiz üzere teyzemiz 75 yaşında olmasına rağmen birçok ülkeyi gezmiş biriymiş. Yolculuk sırasında çok anılarmız oldu zaten kendisiyle :)



 Biz teyzemize İsrail'e geldiğimizi anlatırken önümüzden iki kişiyi gişedeki suratsız görevliler bekletmek için kenara almıştı bile. Çok geçerli bir sebep olmaksızın gruplardan kişileri tutarak bir yıldırma politikası uyguluyorlar kendileri.1 saat sürmeden de geçişe müsaade ediyorlar.

Hepimiz toplandıktan sonra grup liderleriyle buluşup otelimize (St George Hotel) geçtik. Otele giderken Yahudilerin ışık bayramının ilk belirtilerini insanların otoban kenarında ateş yakıp başında oturduklarını izleyerek görmüş olduk. Otele varınca akşam yemeğimizi yiyip biraz dinlendik.


Yürüme mesafesinde olan Mescid-i Aksa'ya tur boyunca bizimle ilgilenen grup liderimiz Bilgehan Bey eşliğinde (Gıyabında burdan ona ve Mücahit Bey'e de teşekkür etmiş olayım.) ilk defa sabah namazı için gittik.

ve büyük buluşma...





Sabah ezanı okundu. Biz cemaatle namaza durduk derken ilk rekatta secdeye varmadan hoca duaya başladı. Ne dediğini anlamasak da iyi bir şeyler için ettiğinden emindik. Sonrasında grup liderimizden öğrendik ki bu her zaman olan bir şey değilmiş. Şanslı günümüzdeymişiz meğerse.



Mümkün olduğunca sabahın ilk ışıklarına eşlik eden kuş sesleriyle tefekküre dalmak için mescidde kalmaya çalıştık. Çünkü 6 gibi otelde olmamız gerekiyordu. Kahvaltıdan sonra tur başlayacaktı. Dediğim gibi hem ordan uzaklaşmak istemediğimiz hem de kendi başımıza (tabi ne cesaretse) sokaklarda kaybolmak istediğimiz için gruptan ayrı hareket ettik. Geldiğimiz yoldan tek başımıza geri dönmemiz de grup liderimize garip gelmiş olacak ki siz namazdan sonra nasıl döndünüz diye sorgulama gereği duydu kahvaltı esnasında :)

Ama haklı değil miyiz?
Siz karar verin.






Zaten sokaklarda kaybolmak diye bir şey yok diyebiliriz. Sabahın bu erken vaktinde bile sizi ara sokaklarda birileri bulup yolu bulmanıza yardımcı olmaya çalışıyor. Siz yok hayır falan deseniz de tarif ediyorlar. Eşlik ediyorlar. Bir kereden fazla yaşadığımız için bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum.

Devamı diğer yazıda...













14 Nisan 2016 Perşembe

Beynimde Neler Var?

     Günümüzde youtuberlık,bloggerlık moda oldu.Ama çoğu moda,makyaj,gezilecek yer içerikli.Özellikle bu youtube olayını merak ediyordum.İncelemeye başladım.Hepsinde aynı şeyler...''Çantamda neler var?'',''Bilmem ne ayı favorilerim'',''Makyaj yokmuş gibi makyaj nasıl yapılır'' bla bla bla. Hayır yani niye ben çantamı senin videona göre şekillendireyim? Herkes kendine göre şeyler koyar ve zaten temel elemanları vardır çantanın. Yüzlerce video var bunun için saatlerce otur izle vakit kaybı.Favorilerini söylemişler ama içinde çoğunun kitap yok.Makyaj yokmuş gibi makyaj olayı da ayrı bir uğraş.Neyse size kolay gelsin ne diyeyim. Cool olmaya çalışan ama aynı prototipte insanların olmasının sebeplerinden biri de bu tarz şeyler.Neyse saygımız sonsuz tabi.Herkesin kendi seçimi kendi kararı.Biraz uzattım girişi.Polemik yaratmak değildi derdim.Kısacası ben de bu kervana katılayım özgün olarak ''Beynimde neler var?'' yazımla dedim.Hayırlı uğurlu ola.
     Çok uzun zaman oldu yazmayalı ve doldum doldum taştım kardeşler.Şimdi yine başladı bıdıbıdı eleştirmeye diyeceksiniz.Ama ne yapayım sorunlara çözüm üretmeye çalışmaya odaklı bir beynim var ve susmuyor. Aktif olabileceğim günlere az kaldı derken Sağlık Bakanlığı yeni yönetmelik çıkarmış,uygulanmaz diye ümit etmekteyiz.6 yıla 2 yıl daha eklenecek asistanlığa kavuşmamız için.Tıp öğrencileri için gergin bir durum var yani.Neyse biz ana konumuza dönelim.
      Bu aralar çocuk-ebeveyn  ilişkisine,çocuk eğitimine takmış bulunmaktayım.Vaktim olsa bu konuda daha çok okumak ve size aktarmak isterim.Ama şimdilik birkaç denk gelmiş şeyler üzerinden birşeyler demeye çalışacağım.
     Tahammül olarak benim bile sınırlarımı zorlayan birşey var ki.O da çocuğa uygulanan şiddet ve hakarettir.Bunu yapan kesimlerden birisi var ki:dışarıya karşı kibarcık olan,yürüyen dedikodu abidesi,sonradan para çukuruna düşmüş olanlar.Anne evde,parası olduğu için baba evde.Çocuklarına tahammülleri yok.Ödev yaptırmaya çalışırken beş dakika sonra ''Lan,köpek,gerizekalı'' diye bağırmaya başlayan.Öyle böyle bağırmak değil binada şahit oluyoruz.Ceza anlayışı da hırpalamak ayrıca.Kanımız donuyor,uyarıyorsun dinlemiyor,şikayetçi olsan kanun nizam yok,herşeyi geçtim Allah korkusu da yok.Bu çocuğun yaşadığı psikolojiyi düşünebiliyor musunuz? Peki sonra gelecekte olacakları. O da çocuklarına aynısını yapacak,hatta bu anne babaya da dönecek bu durum.Böyle bir kısır döngü.
      Bugün bunları düşünürken bir video görüyorum.O an ben şok.Sonuna kadar izlemeye katlanamadım birinci dakikasında kapattım.Videoda çocuk ablasına şiddet uyguluyor,küfrediyor,yanındaki insan demek istemediğim ama şuan terbiyemi bozmamak için demek zorunda olduğum insanlar tahrik ediyor.Çocuk daha da coşuyor.Çünkü çevresince iyi birşey yapıyor? Bunun videosu çekiliyor.Çeken kim dersiniz?Anne? Anne?!Peki bu çocuğun ilerde yapabileceklerini düşünebiliyor musunuz?
     Geçen gün kuzenimin minnağı için hediye bakmaya gittik annemle.Bir papağan yapmışlar kafeste.Ben de kutunun ön kısmında yazanları okuyorum.İşte klasik şu yaşa hitap ediyor,çocuğun dil gelişimine katkı sağlıyor falan yazıyor..Basit cümleler söylüyormuş kendisi.Allah Allah diyorum.Arkasını çeviriyorum.Söylediği 20 cümleyi okumaya başlıyorum.''Oğlum bak git'',''Gel fıstık'' daha nicesi.Eminim ki yetişkinler gülerek alıyordur.Çocuğun gelişimine nasıl katkı sağlıyordur gelin bir düşünün.
     Ben anne değilim,annelere akıl vermek değil derdim.Bir genç olarak bana denk gelen,gözlemlerim ve düşüncelerimi yazmak istedim.Ben çocukları ''birey'' olarak görüyorum.Onlar kolu ısırılarak,hırpalanarak sevilecek,gücünüzü göstereceğiniz eşyanız değiller.Onlar bir ''BİREY''ler. Bunun farkında olalım.Yetiştirirken her istediklerini yapanlardan da ,ihmal ve istismar edenlerden de olmayalım.Onlara yokluğu,paylaşmayı öğretelim.Doğayı,hayvanları,insanları sevmeyi aşılayalım.Onları fanusta yeşertmeye çalışmayalım,Dışarısı soğuk,fırtınalı,engebeli... Adeta bir Survivor.Onlara tüm problemlerle mücadeleyi,farklılığa karşı hoşgörüyü,istişareyi öğretelim.Öğretelim ki sarsılmasınlar,kırılmasın kalpleri.
    Benden bu kadar.Geç oldu.Bir dahaki yazım ''Nisan favorilerim'' yetişmezse ''Mayıs favorilerim'' olur.Ona göre:) Haydi selametle...

19 Mart 2016 Cumartesi

Size "9 aylık" Yoldan Gelenlerden Selam Getirdim!



Bazılarının cana kıymanın bu kadar kolay olduğunu göstermekte ısrarcı olduğu günlerden geçiyoruz milletçe. Bir yandan da hayat devam ediyor tabii ki. Her gün birçok canın dünyaya merhaba dediğine şahit olan biri olarak tedirginliğim de haliyle çok çok fazla oluyor.

Her gün her doğumda hem anneye hem de bebeğe bir şey olmasın diye uğraşırken her an panik yaşıyoruz. Her ters giden şeyde bacaklarımız titriyor. O bir doğururken biz dokuz doğuruyoruz. Alnımızdan boncuk boncuk terler dökülüyor anneyle birlikte.

Bugün yine boynuna 3 tur kordon dolanmış bebek bile büyük çabayla ordan çıkmak için didindi durdu. 

Niye? 

Bu zalimlerin ortasında yaşamak için mi? 

Annesi orda canıyla uğraşırken vatanı için daha çok dua etti. Daha çok endişelendi. 

Böyle bir dünyada onu nasıl koruyacaktı? Belki de en büyük endişesiydi.

Analar eşini, çocuğunu, torununu dışarı yollarken kafasında binbir düşünceyle kalıyor.

Evden çıkarken geri dönebilecek miyim düşüncesi insnı gün boyu yiyip bitiriyor.

annelerin duası da olmasa bu dünya neyin hatrına dönerdi acaba?

Doğarken ağladı insan bu son olsun bu son...


31 Ocak 2016 Pazar

Yapılacak o kadar çok "güzel" iş var ki!



Selamun Aleykum

Telefonumun "Notlar" bölümüyle çok samimiyiz. Kendi kendine konuşmak gibi bir nevi. Bazen yapmam gerekenleri yazıp kendi gözümü korkuttuğum, tükettikçe sevindiğim listeler oluşturuyorum içinde. Bazen de kitaplardan hoşuma giden cümleler, aklıma gelen fikirler, hayaller, kendi kendime güldüklerim, söylendiklerim vesaire vesaire.Şöyle bir şey not etmişim mesela;

Yapılacak o kadar çok iş vardı ki.
Yapılacak o kadar çok iş var ki.
Yapılacak o kadar çok iş var olacak ki. 

Tanıdığım ve çok sevdiğim bir büyüğümden “Söylenmedik söz kalacak diye korkuyorum. Birçok kimse ilmini söyleyemeden mezara gidiyor, gitti diye üzülüyorum. Yazmak lâzım diye düşünüyorum.” sözünü duyduğumda gözlerim dolmuştu. Kendisi bu diyarlardan göçeli çok oldu. Kalmıştır ki söylenmedik sözü, onca öğrettiğinden dahası. Yıllar da eklense ömrüne, dahası kalırdı ki. Öylesine hazine işte bazı insanlar.



Bizler o kadar dolu olamasak da, olmaya çalışmaya devam etsek de yaşadıkça.. Bardağımızın dolduğu kadarını da kendimize saklamamamız lazım. Bardak kırılıyor, ömür bitiyor. Ne cam kâr kalıyor bize, ne de boş yere biriktirdiğimiz su. Üstelik yaşarken israf ettiğimiz suyun kabarık faturasını nasıl öderiz sonra? Yani; faydasız işlere harcadığımız veya yaşadıkça hayra kullanmadığımız, başkalarına yardım sağlamadığımız zekamız/bilgimiz/eğitimimiz gün gelir bize hesap sormaz mı?

Bir şeyler yapabiliriz, hayır, çok şeyler yapabiliriz. Şu “boş yere biriktirme” noktasında özellikle. Annem hep der size fayda sağlayan şeyi başkasıyla da paylaşın.Paylaştıkça, biz de bu diyarlardan göçtüğümüzde bile sevaba ortak olacağız; paylaştığımızın paylaştığı da ilmini bir başkasıyla paylaşırken bile.Muhteşem bir şey, burada adalet değil hepimizi kayırma var! Bir adım attığımızda birçok adıma torpilliyiz!



Dünya bu kadar küçülmüşken güzel işlerle uğraşan, faydalı ilim sahibi olan kişiler tarafından ulaşılmamış o kadar çok insan var ki hala.
Bu konularda hassasiyetimiz olsun ömür boyu. Bize bahşedilenlerin hakkını ödeyemeyiz ama dilerim ki samimiyetle o niyette, o yolda son bulsun ömrümüz.

Âmin. 

*İhtiyacı olanlarla gülüşünü paylaş. 
** İhtiyacı olanlarla ilmini/imanını/bilgini paylaş.

~ÇufÇuf

Ya Tahammül Ya Sefer ekibine yeni katıldım.Arkadaşlarım uzun zamandır benden yazı bekliyorlardı ve çok şükür sonunda yazabildim.Yazmayı pek beceremeyen biri olarak söylüyorum hiç kolay bir şey değilmiş arkadaşlar.Verilen emeğin kıymetini bilin rica ederim :)

Selametle

16 Ocak 2016 Cumartesi

İŞİN ÖZÜ:HAYDİ!

         Uzun zaman oldu sizlere yazmayalı. Yoğunluktan başımızı kaldıramadığımız aylardı. Elhamdülillah güzel neticelerle atlattık .Bu süreçte bedenim gayet yorgun iken ruhum hiç dingin değildi. Sürekli dalgalıydı. Kayalara çarpıp durdum, hırpalandım. Büyük bir sorguydu içimdeki. İlerideki meslek yaşantımı, hayatı, dünyayı, yapmak istediklerimi sorgulamakla geçip durdu günlerim. Gerçekten Müslümanca yaşabiliyor muyduk, ilerleyen zamanlarda sistemin bizlere getirdikleriyle hedefimizden şaşacak mıydık; mesleğimizin hakkını verebilecek, ahlakımızı yitirmeyerek iffetimizle yaşayabilecek miydik? Geniş bir sorgu yelpazesi değil mi? Beyin error veriyor bir müddet sonra gerçekten. Şöyle bir duruyorsun. Kaçmak mı yoksa mücadele etmek mi? Mücadeleyi seçsek mükafatı mükemmel ama bir hayli rampalı ,taşlı çakıllı yol…Kaçsan nereye kaçacaksın, Yolun bir kısmını gitmişsin bile, kıyamıyorsun emeklerine, çektiğin streslere. Bunlar içinde yüzüp ilerlemeye çalışırken kramp girdi ruhuma. Çırpındım, boğulacaktım. Birilerinin duyması gerekiyordu. Bağırdım, bağırdım, bağırdım. Biri beni duysun, elimden tutup çeksin çıkarsın beni bu girdaptan istedim. Anne babanız hayattaysa çok şanslısınız, sizi duyup kurtarıyorlar hemen. O esnada da şunu çarptılar yüzüme benimkiler. ‘’Sen çok gelecekle dertleniyorsun, kurcalayıp sonra da boğuluyorsun. Şimdide yüzüp, şimdiyi düşünmelisin.’’ Çok doğruydu. Şimdide nefes alıyorduk, şimdide mücadele ediyorduk. Şimdide seviyor, şimdide ağlıyorduk. Gelecek dediğimiz bir o kadar yakınken, bir o kadar da uzaktı bizlere. Geleceğe kavuşmak, mutlu mesut yaşamak ise belirsiz bir toz bulutuydu. Böylelikle bir silkindim, kendime geldim. Zaman zaman işini seven hocalarımızla ve arkadaşlarımızla da vakit geçirince enerji doldurdum ruhuma. Derin bir nefes alıp oksijeni içinize çektikten sonra hayata devam ediyorsunuz bir şekilde.
         Bu aralar çok olumsuz haberlerle iç içeyiz ne yazık ki. Çocuklarına kıyabilen anneler(!), terör, birtakım yersiz tartışmalar, hakaretler, tehditler…Bizler bunları es geçemeyiz. Bu sorunları duymalı, görmeli, çözümlemeliyiz. Ama ne yazık ki bizler bazı şeyleri çözümleyemez, eleştiremez olduk. Duymamız, görmemiz saliselerimizi alır oldu. Bir çocuğun yaşadığı travmayı, yüreği kan ağlayan anneleri, sokaklarda kalmış aileleri ,hayatından geçmiş, bir o kadar umutlu. ama bir o kadar da çaresiz mülteci kardeşlerimizi… Duyuyoruz, görüyoruz. Sıcacık evimizde, çayımızla sosyal medyadan paylaşımlar yapıyoruz. Eee sonra? Eyleme geçiyor muyuz? Bizlerin eylemden anladığı bir tek sövmek olmuş. Ama sadece başkalarını sövmek, suçlamak. Ya biz? Kendimize sövebiliyor muyuz? Yıkıcı eleştire eleştire bir hal olduk etrafı.Yapıcı eleştirmeyi unuttuk. Yapıcı eleştiride bulunsak kırmadan, yıpratmadan, önyargısız…O zaman çözümleme kısmına geçip birşeyler yapabileceğiz belki de.
         Anne, baba, çocuk, vatan evladı, torun, toplum, ümmed olmayı unutmuşuz. Müslümanca yaşamayı unutmuşuz. Batı’nın en gereksiz şeylerini örnek alır olmuş neslimiz. Bilimi, sanatı, insanlığı unutmuşuz. Çürümüş kalbimiz…Evimizdeki kazanlar dedikodu kaynatır olmuş, kul hakkı nedir unutmuşuz. Goygoy olmuş muhabbet merkezimiz. Biz demeyi unutmuş, ben olmuş soyumuz.
         Bunların düzelmesi için zihniyet değişimine ihtiyaç var ne yazık ki. Bunun için ise evimizden başlamalıyız işe ben ne yapabilirim ki demeden. ’’Eğitim ailede başlar’’ diye öğretildi bizlere. Ailemizden başlayacağız bizler de. Eyleme içimizden başlamamız lazım. Artık soframızın tuzu kitaplar, kalp atışlarımız ümmed olacak. Böyle böyle ışık dolacak yolumuz.
        Aliya İzzetbegoviç-İslam Deklarasyonu bana yakın çevrem tarafından tavsiye edilen kitaplardan biriydi. Yeni okuma fırsatı buldum. Bugünlerde okuyup irdelemenizi şiddetle tavsiye ederim.
        ‘’Ufukta ancak bir çıkış görünmektedir. Bu da İslami düşünen ve öyle hisseden yeni entelejansıyanın meydana getirilmesi ve toplanmasındadır’’ diyor Aliya bir yerde. Bunu bir köșeye not alın.
          Keyifli  okumalarınız olsun efenim,sağlıcakla kalın.