26 Ekim 2015 Pazartesi

Bir Rüzgardı Esti Geçti...

           Paylaşacağım hikaye heybemin ilk üyesi.Yakın arkadaşlarımın edebiyatla ilgili birşeyler yapalım dediğinde çıkıvermişti.Sonra akıp gitti herşey,onlara da teşekkür ediyorum çokça.Çaylarınız hazırsa,keyifli okumalar:)

        Öğrencilik yıllarında katılmış olduğu bir derneğin gençlik kollarının başkanıyken, bir törende cumhurbaşkanının hediye olarak takdim ettiği dolma kalem vardı Ömer’in elinde. O günden beri kullanmayı bırakmamıştı. Sanki dünyadaki çok önemli bir güçmüş gibi hissederdi elindeki kalemin. Yazdığı şeylerin sayesinde dünyadaki birçok şey değişecekmişcesine başlardı yazmaya her seferinde. Bugünkü son notlarını da aldıktan sonra dosyasını kapattı. Beyni buharlaşıyordu sanki. Gözleri bulanıklaşmaya başlamıştı günlerdir uykuya direnmesi sonucu. Son zamanlarda iyice işkolik olmuştu, saatlerini adalet uğrunda, mazlumların yanında yer alarak geçirmek onun ruhunu doyuruyordu doyurmasına. Ama bedeni kırmızı alarm vermeye başlamıştı. Evet dinlenmesi şarttı, birkaç gün ofisten uzaklaşmak ona iyi gelecekti. Sekreterini çağırarak birkaç günlük programını boşaltmasını, ertelenenlerin yeni tarihleri için müvekkillerine en yakın zamanda döneceğine dair notunu da iletmesini rica etti. Ofisteki diğer çalışma odasına giderek stajyerleri Nisa ve Yusuf’a incelemeleri gereken dosyaları verdikten sonra, öğrencilerine tonla ödev vererek haftasonu tatiline çıkan öğretmen mutluluğuyla ofisinden ayrıldı. Arabasına bindikten sonra şöyle bir aynadaki yansımasına baktı Ömer her dava öncesi adliyeye gitmeden yaptığı gibi. Saçlarına hafif hafif aklar düşmeye başlamıştı, kırlaştıkça karizmatik olsa da dökülmeseydi iyiydi.
         Şansına hava biraz ısınmıştı. Geçtiğimiz ay mayıs olmasına rağmen yağmurlu ve soğuktu. Gerçi sıcağı pek sevmezdi Ömer. Yağmur huzur verirdi ona, hele ki toprak kokusunu içine çekti mi değmeyin keyfine. Annesinden geçmişti bu hoşlantı herhalde ona ya da her neyse. Haseki taraflarındaki ışıkların orda durdu. Kırmızı ışık yanarken dalıp gitmişti, birden camına biri tıklattı. Aniden sıçradı Ömer. Elinde çekçek ve bez olan, kara gözlü, olgun bakışlı, yüzünden inci gibi ter damlaları akan yedi sekiz yaşlarında delikanlı bir çocuktu ona doğru bakan. Ömer’in gözlerini delip geçti,yüreğine dokunmuştu sanki. Camını indirdi, başını hafif sallayarak silmesini onayladı. Bir anda onda küçük Ömer’i gördü, küçüklüğüydü karşısındaki. Sırf onun derinliklerine ulaşmak, işini yaparken izlemek, ruhunu o minik delikanlıda hissetmek için izin vermişti sanki silmesine. Çocuğun işi bittiğindeyse parasını verirken, başını fesleğende elini gezdirircesine okşadı. Onun emeklerinin, çektiği sıkıntıların, hüznünün, sıcaklığının, samimiyetinin eline sinmesini istercesine.
         Ömer Yağız, işte o çocuktu aslında. Altı yedi yaşlarında hayata atılmıştı. Sevdiği oyunlardan elini ayağını çekmek zorunda kalmıştı, çocukluktan emekli olmuş erken yaşta yetişkinliğe terfi etmişti. Nerdeyse tüm gün çalışırdı. Araba camı siler, kağıt mendil satardı, nadir olarak ayakkabı parlatırdı. Sessiz ve hunharca, kazandığı paraları babasının yüzüne çarpmak isterdi minik yüreği. Sen bunu yapamayacak kadar zavallısın demek gelirdi içinden. Küçük kız kardeşlerini ve annesini korumak için çoğu zaman susar ve sakince masaya paraları bırakırdı .Eve para getirmediğinde  babası onu hırpalardı. Para getirdikçe de çalışması için daha çok kamçılardı. Sokaklar kötüydü. Kötülüklere karşı minicik bedeniyle direnmesi zor olsa da katlanıyordu işte bir şekilde. Büyüyordu o da herkes gibi .On bir yaşına gelmişti .Okuluna zaman ayıramaz olmuştu. Öğretmeni çok defa kapılarını çalmıştı ve annesiyle görüşmüştü. Annesi, gül kokulu annesi…  Napsındı canparesi için? Onu korumak için çoğu zaman bir şey diyemezdi.Gidecek kapısı yoktu. Olsaydı katlanır mıydı bu cani adama? Mecbur ağzını bantlayıp susması gerekiyordu. Babası umursamadığından öğretmeninin yüzüne bile bakmadan ‘’Yapacak bir şey yok demişti’’. Yapacak bir şey yok! Sahiden yapacak bir şey yok muydu? Her gün arabaların camlarını silerken bu arabaların içindeki insanların yaşamları nasıl oluyor da bu şekildeydi sorgulayıp duruyordu. Normal bir çocuk, normal bir aile olamazlar mıydı? Annesine şefkatli olamaz mıydı babası? Onunla top oynayamaz mıydı? Başını okşayamaz mıydı sevgiyle, sırtını sıvazlayamaz mıydı gururla? Yapamaz mıydı gerçekten? Bu kadar zor muydu?
        Bir gün ter su içinde eve geldi Ömer. Kapıyı açmaya çalışırken içerden yüksek sesler geliyordu. On üç yaşında uzun boylu bir delikanlı olmuştu artık. Telaşlı bir şekilde içeri daldı. Karşısındaki manzara kanı beynine sıçratmıştı. Cefakar, gül kokulu annesini babası lanet olası kemeriyle dövmekteydi. İçeri girdiğini bile farketmemişti. Koştu ve babasını geriden çekerek durdurmaya çalıştı. O cesaret nerden gelmişti Ömer de bilmiyordu. Tek bildiği şey artık babası denen bu adama katlanamıyordu. Annesine zalimce davranmasına, bu umursamaz davranışlarına tahammül edemiyordu. Annesi endişelenmişti; çünkü canparesinin kemer darbelerine maruz kalacağını biliyordu. Çaresizce Ömer’e gitmesi için yalvarmaya başladı Babasıyla ağız dalaşına girmişti bile Ömer. Onu durdurmak mümkün değildi artık. Kapıdan kızlarının korkuyla baktığını gören çaresiz kadın, yan odaya götürdü onları ve kapıyı kapatırken odadan çıkmamalarını tembihledi. Hızla kendini Ömer’in yanına attı. Babası iri bir adam sayılmazdı. Ama yine de Ömer artık onun gücüne direnememişti. Ruhunun ölüsü adamı ağırlaştırmıştı sanki. Annesiyle ikisini hakaretler yağmurunda dövdü, dövdü, dövdü. O kadar çok darbe almışlardı ki acıdan kendilerini kaybetmişlerdi, babasının gittiğini bile farketmediler. Ömer kendisine geldiğinde zorla hareket etti. Annesine baktı, gözyaşlarıyla yıkadı üzerindeki kanları ve pansumanladı. Kız kardeşleri ürkek adımlarla yanlarına gelmişti. Sarıldılar ,titriyorlardı. Mevsim kıştı ve sanki dışarda kalmışlardı. Sevgileriyle ısıttılar yüreklerini, şaşkınlığın donmuş heykelini bu sıcaklıkla erittiler. Bundan sonra dördüydüler bunu o an hissetmişti Ömer.
           Ertesi sabah kağıt mendillerini aldı. Satmak için yola çıktı, hayat devam ediyordu. Havayı derin derin içine çekti .Saat tıkır tıkır çalışıyordu, karınlarını doyurmak için çalışmak zorundaydı .Evin erkeği artık oydu ve babası gibi olmayacaktı. Annesine ve kız kardeşlerine sahip çıkacaktı, onların sağlam direği olacak, hiçbir zorlukla sarsılmayacaktı .Her zamanki köşesine dikildi. Birilerinin ondan bir şey almasını bekliyordu. Kimisi yüzüne bile bakmamıştı hiç orda yokmuş gibi,bedeni orda yokmuş sadece ruhuyla ordaymış gibi hissetti. Kimisi korkuyla baktı ona öcü varmış gibi .İşi hiç iyi gitmiyordu bugün. Babası yüzünde insanları korkutan renklendirilmiş bir harita bırakmıştı. Giderken bile zarar vermişti. Giderken sessizce gitseydi ya. Onu bile becerememişti. Neyse ki gitmişti! Umutsuzca, yorgun, bitkin önüne bakarken tepesinde birilerinin dikildiğini hissetti. Kafasını kaldırdı. Bir kadın, bir erkek ona dikkatle bakmaktaydı. Adam onunla alakalı birşeyler öğrenmeye çalışıyordu. İlgiliymişçesine…Neden yani neden ben? Bunlar kim? Yoksa bir çeteleri mi vardı? Ondan mı tavlamaya çalışıyorlardı onu? Daha önce sokakta çalışan arkadaşlarının başına gelmemiş şeyler değildi. Birden annesini ve kız kardeşlerini düşündü, ürktü. Onlar onsuz yapamazlardı, onu beklerlerdi. Birden koşmaya başladı. Adam da peşinden koşuyordu. Nefes nefese kalmıştı, kalbi yerinden çıkacak, göğsü parçalanacaktı sanki ama o yine de koşmaya devam etti . Yol bitti. Şimdi ne yapacaktı? Çıkmaz sokakların amacını zaten anlamış değildi. Delicesine bağırmaya başladı arkasına dönüp peşinden gelen yabancı adama. Adamda değişik bir hava vardı. Gözlerinde… İnanmak istemedi, direndi ama adam onu ikna etmişti bile. Kadın da on beş dakika sonra yanlarına geldi, yanında çocuğun mendillerini de getirmişti. Bir vakıftan geldiklerini, sokakta çalışmaması gerektiğini, onun yerinin buralar olmadığından… Bahsettiler. Ee ne yapabilirdi ki? Babaları bir şey yapamamıştı, onlar ne yapabilirlerdi ki? Birkaç kişi daha yanlarında olacaktı ve yarın evlerine geleceklerdi. Ömer neyine güvenerek bunu kabul etmişti,ikna olmuştu. Gerçekten bilmiyordu.
            Ertesi gün beş kişi evlerini ziyaret etmeye gelmişti. Annesi çay demlemişti, sohbet ettiler. Dost edasıyla…Dost ne demek bilmezdi Ömer. Daha önce de evlerinde böyle sohbet muhabbet edilmemişti. O an yüreğinin bir yerinde dostluk ışığı parladı. Hissetmişti ne demek olduğunu.
İnsanların dostları olabilirdi. Bunun güzel bir şey olduğunu sanıyordu. Bakalım görecekti. Onların mutfak ihtiyaçlarını, giyim ihtiyaçlarını, eğitim masraflarını karşılayacaklardı. Ama karşılığında Ömer artık sokakta çalışmayacaktı. Para kazanması için de güvenli bir işyeri bulacaklarını, günün belli saatlerinde çalışacağını ve okuluna gideceğini, aksatmaması gerektiğini söylediler. Eğer sokakta çalışmaya döndüğünü duyarlarsa, görürlerse tüm yardımlar, destekler çekilecekti. Ömer şaşkındı. Nasıl bir şeyle karşı karşıyaydı bilemiyordu. Şaşkınlık,mutluluk ne hissettiğinden de emin değildi. Onların dediklerini dinleyip vakfa da gidip gelmeye başlamıştı. Çalıştığı yerde insan muamelesi görüyor, vakıfta da sevgiyle karşılanıyordu. Bu onun için ne büyük nimetti bunu hiç kimse anlayamazdı. Yalnızca okul zorluyordu onu. Hayat onun beyninin bazı köşelerini çevrimdışı bırakmıştı o sebepleydi zorlanması. Ama mücadelesine devam ediyor, pes etmiyordu. Ona buna söz vermesinden değil her şeyden evvel kendine söz vermişti. Başaracaktı. Vakıfta Murat diye bir abiyle tanışmıştı. Ona zorlandığı dersleri anlatıyordu. Her şeyden öte halini hatırını soran onunla dertleşen biri vardı. Bu hoşuna gidiyordu, yüreğini okşuyordu. Murat abisi ona umut veriyordu, üniversiteyi kazanabileceğini söylüyordu. Ona bir rüya gibi geliyordu. Ama evlerinin yuva olması, annesinin elif gibi dimdik durması, kız kardeşlerinin gözlerindeki ışığın onu aydınlatmasıyla bunun olabileceğine inanmaya başlamıştı. Ee bir de ‘’İnanmak başarmanın yarısıdır, inan!’’ demişti Murat abisi. O da bir yıl boyunca derslerine asıldı. Soru işaretlerinin hepsini Murat abisi yanıtlamıştı. Üniversite sınavı onun için rüya içinde rüya gibi geçti ve sonucuyla birlikte bu uykudan tatlı tatlı esneyerek uyanmıştı. Ömer hukuk fakültesini kazanmıştı. Artık ailesinin, mazlumların korkmasına gerek yoktu. Artık daha da dimdik, sapasağlam önlerinde duracak, zalimler yanlarına yaklaşamayacaktı.
         Hukuk fakültesindeyken çalışmayı da bırakmadı. Her zaman yarı zamanlı iş koşturması oldu. İş dışında gözü hep kitaplardaydı. Ruhu açtı, susuzdu. Yıllardır çölde sürünmüştü .Bitap düştüğü anda bulduğu bir su kuyusuydu adeta kitaplar. Fakülteyi beşincilikle bitirdi ve bugünlere kadar geldi. Babasının karşına dikilmek çok isterdi. Yüzüne haykırmak bazı şeyleri. Babasından yıllarca haber almamışlardı. Trafik kazasında, ayyaş olmuş bir kenarda, dövülerek… Ölmüştür belki de. Tek istediği ölmüş olmasıydı. Çevresine zarar bir adamdı çünkü .Bir gün yüzünün güldüğünü bilmiyordu onunla.
       Ömer’in parlak bir aile geçmişi yoktu. Onun melekleri annesi ve kız kardeşleriydi. Hayatında en çok sevebileceği kadın da annesiydi. O yüzden çevresindeki alımlı kadınlar da umurunda değildi. Ailesine ve Hak yolunda mazlumların yanında olmaya adamıştı kendini.
       Eve geçmişti bile. Yol boyunca hayatı bir film şeridi gibi geçmişti gözlerinin önünden. Bu yüzden hiç anlamadı zamanın nasıl akıp gittiğini. Araba kullanmanın zamanla refleks haline gelmesi ne büyük nimet diye düşündü Ömer. Yoksa bu kadar dalıp gitmeye bir facia yaşanabilirdi. Arabadan indi ve heyecanla eve çıktı .Kapıyı açan valide sultanıydı. Annesine öyle bir sarıldı ki, kadıncağız ne olduğunu anlayamadı ama hoşuna gitmişti. Geçmişe doğru yaşadığı yolculuğundan bahsetmedi sadece acıktığını söyleyebildi. Çünkü, gözlerinin bulutlanmasını istemiyordu. Karnını doyururken tatil planlarından bahsetti ,annesinin ısrarlı öğrenme çabaları fayda göstermedi. Sürprizdi.
       Sürprizler ,açılmayı bekleyen mutluluk paketleri vardı artık onların. Onlar ise yaşadıklarını heybelerine atmış, Allah’ın nasip ettiği bu yolda hak yolunda savaşmayı tek gayeleri edinmişlerdi. Yüreklerindeki tek dava çaresizlerin çaresi olabilmek, onlara el uzatabilmekti.
                                                                                                                 **TAHAMMÜL**


Sabahı Beklemeyiniz Dostum, Geceden Yola Çıkınız

"Çoktur eğerçi derd ü belâsı muhabbetin / Ammâ ne çâre elde değil ihtiyârımız"
 RÛH Î-İ BÂĞDÂDÎ
(Gerçi aşkın dert ve belası çoktur ama ne çare / İrademiz bizim elimizde değil ki.)



Satırlarıma güzel bir sözle başlayayım dedim. Mustafa Kutlu'ya her eserinde bizi bu seçmece kelimelerle buluşturduğu için tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Elimden geldiğince ve sindirerek anlamaya çabalayarak eserlerini okumaya çalıştığım, çokça da sevdiğim bir yazardır kendisi. Zaten anlatmaya ne hacet devamlı anıyorum. Blogumuza da adını veren, 1983 yılında yayımlanan "Ya Tahammül Ya Sefer" eserini ancak bitirdim. İlk okuduğum kitabı olsaymış keşke diyerek kendime kızmadım da değil hani. 

Birçok eserinde ya sev ya terk et dercesine kullandığı bu deyiş boşa değil elbet. Çoğumuzun hayatında bir yeri mutlaka vardır. Kitabı okuyunca insan haliyle kendi yaşamında da böyle anları ve olayları hatırlıyor, düşünüyor. Öyle de bir satırlar var ki; "Ya sen yok musun be Kutlu!" dedirtiyor insana istemsiz şekilde.

"Sabahı beklemeyiniz dostum, geceden yola çıkınız. Olur ki uyuyakalırsınız. Sırtınızdaki çıkında ebedi gayenin dürülmüş azıkları varsa ne mutlu size. Gece serindir, yapraklardan süzülen yel gözlerinizdeki yaşları kuruturken ruhunuzda kâinatın derin sessizliğini taşıyarak sabaha doğru yürüyüp fecri başlatınız.

Cemiyetin vahşi, zehirli bitkilerle dolu, her dalında uğursuz baykuşların mânasız telkinler yaptığı sık ağaçlı ormanlarında çetin yolculukların başlangıcı için sabahı beklemeyiniz. Sabahı beklemek öğleni, öğleni beklemek akşamı beklemek gibi bir ruh gevşekliğini doğurur.

Beynimizi tırmalayan zaruretleri mi hatırlatıyorsunuz. Evet hayatın zaruretleri ayaklarımıza dolanmış zincirlerdir ve ıstıraplarımıza çeşni katarlar. Fakat bu vahşi sahayı geçmek için hiçbir zaruret kâfi bir mazeret değildir. Ruhumuzu aldatmayalım, ebedi gayeye ihanet etmiş oluruz.

Durduğumuz noktada inançlarımızın eskidiğini, yabancılaştığını hiç tecrübe etmediniz mi? En acı kayıp budur: Gerilemiş ruhların mütemadiyen tavizler vererek hayatla, zaruretle uyuşmaları...

Filozofun öğüdü bütün hayatımızda takip edeceğimiz en esaslı metottur:
'Uzun yolu seçiniz...' "

Sizce de durup düşündüren, kendini sorgulatan satırlar değil mi bunlar? Okurken İlhan'ın yapacaklarını öyle bir merak ediyorsunuz ki, onunla ezilip büzülüyorsunuz. Banka oturup düşünüyorsunuz, gözünüzden damla damla yaşlar süzülüyor o genç gibi...


An geliyor onun gibi, önünüzdeki masada ne varsa çekip deviresiniz geliyor. Veysel'le ikisinin tarlada güneşin batışını izlediğini hayal ediyor ve sona ulaşıp böyle mi olur her son diyorsunuz. Tabii ki bizim gibi ümitsizlik yakışmaz. Durup silkiniyoruz sonra diyoruz ki Bilge Kral ne demiş;


Son olarak okurken "Sen gitsen de yeşil kalsın bu bahçe." satırlarını düşündüğüm Eşref Ziya Terzi'nin Yollar Senindir ezgisi size benden hediye olsun.

Selametle 
:)




22 Ekim 2015 Perşembe

Sıcağın Kokusu

Çayı değil de o püfür püfür tüten dumanını koklayanınız oldu mu hiç?
Peki ya ütülemeye hazır buharlı ütünün pof pof poflayan buharını?



Dünyada her şeyin eşsiz olduğuna, O yüce elin her şeye bir hikmet yüklediğine her an bedenen şahit olsak da bazen farkına varamıyoruz bazı şeylerin. İlk satırları okurken içinizden yine ne diyor bu Sefer dediniz kesin itiraf edin. Kendimizce hayata anlam yüklemeye çalışırız ya  çoğu zaman, bana çok oluyor yani sizi bilemem ama. 

Bunca telaş niye? 
Ne diye bu koşuşturmacalar? 

İyi insan olmak için mi?
Ebediyete intikal edince ardımızdan bizim için çok çalışkan idi desinler diye mi? Ya da ne derlerse desinler diyerek mi yaşıyoruz?

Ağlıyoruz, gülüyoruz, koşuyoruz, yürüyoruz, kızıyoruz, küsüyoruz, ayrılıyoruz, barışıyoruz, geziyoruz, uyuyoruz, yiyoruz, içiyoruz, okuyoruz, dinliyoruz ama özetle yaşıyoruz, yaşlanıyoruz işte. Yaşlanıyor muyuz yaş mı alıyoruz? 15 yaşımızdaki bizle 25 yaşımızdaki biz nasıl da bu kadar bambaşka insanlar gibi geliyor birden kendimize?

Önemsediklerimiz, umursamadıklarımız, hatırladıklarımız, asla unutamayacaklarımız...
Omuzumuzda ne kadar yük var saymaya bile kelimelerin yetmediği öyle değil mi?

İnsan dışındaki varlıklarla konuşabilme imkanımız olsa herhalde onlara ilk işimiz dert yanmak olurdu diye düşünüyorum. "İnsan olmak çok zor be!" derdik eminim. Her zorluğun da bir karşılığı ve kolaylığı olduğunu hep unuturuz ya ondandır herhalde bu tavrımız.

Yazın rüzgarsız ve bulutsuz gecelerde yıldızları seyretmeyi öyle çok severim ki. Eğer bir an da olsa zorlukları unutmak isterseniz bedava bir seçenektir tavsiye ederim. Alın elinize çayınızı o tüten dumanını koklayın, sıcağın kokusunu hissedin ve seyre dalın. Yıldızsız da olsa gökyüzünü seyretmek, bir eşsizliğe eşlik edip hayallere dalmak her zaman rahatlatır insanı. Belli mi olur belki bir yıldızın kaydığına şahit olursunuz belki? Bir umut ona tutunursunuz? 



Umut ve hayal. İyidir, güzeldir. Kim bulmuşsa hoş bulmuş...

Selametle kalınız 
:)

21 Ekim 2015 Çarşamba

İnşirahtı Kalbi Ferahlatan...

     Geçen günlerden birinde kötü bir haber aldım.Dünya'da olan zulümler,mazlumların yaşadığı işkenceleri,açlığı,susuzluğu,çaresizce kıvranışları düşündüğümde küçük bir toz zerresi kadar birşeydi duyduğum.,Ama yine de insanoğluyuz işte.Bencil bir ruh var bende de eğitilmesi gereken.Başımıza gelen ufacık birşey bile sarsabiliyor bizleri.Acının seviyesine göre olgunlaşıyor bencil ruh.
    Başımdan kaynar sular döküldü benim de.Ardından düzeltme için uğraşma çabaları...Çok şükür ki halloldu bir şekilde.O an pişmanlık sardı dört bir yanımı.Sonuçta çözümü olabilecek birşey için daha sükunetle beklemek gerekmez miydi?Allah bizimle beraberdi hayır ve şer olduğunu düşündüğümüz her şeyde.Her şer elbet bir gün hayra çıkar biliyordum.Buna rağmen basit bir olay sarsıvermişti beni.Bencil ruhum...Bunları düşünerek mekandan ayrılıyordum.Ayaklarım yürümeye devam ederken,kalbim ağırlaşıyor,gözlerim ise dolmaya devam ediyordu.
    Dışarı adım atar atmaz yağmur çiselemeye başlamıştı.Yağmur damlası alnımdan aşağı doğru süzüldü.Kalbime doğru ilerlerken bedeni mahkum olmuş,ruhu özgürlüğün mekansal zevkine varamayan insanlar geldi aklıma.Onlar güneşi göremiyor,yağmur damlalarıyla ve toprak kokusuyla yıkanamıyorlardı.O an burnumda tozla karışık toprak kokusu...Bir yağmurun bedenine değişiydi özgürlük. Ve ben özgürdim. Evet özgür...
    Yıka bencil ruhumu yağmurunla... Sar rahmetinle.Merhamet et bizlere. Affet bencil ruhlarımızı.Yıka kalbimi,ruhum pak olsun.Başörtümün önü bozulsun,amacını görüyor ya estetiğinden kime ne!Şemsiyeyle kapatmayacağım arınmanın yolunu.Yıka Rabbim,kurtar beni bencil zindanlardan.Kulağımda ezan sesi...Hafifledim.Hafifledikçe yürüdüm,yürüdükçe hafifledim.
    Anı yaşamak,içimize çekmek lazım.Rahmetin  doruğunda akıp gitmek...Bencilce davranmadan sabretmek...
    Kapıları kapalı görsek de açılır elbet bir gün.Anahtar yüce Rabbimizde. Sabrın sonu kapıyı açan bir anahtardır.Bir ayetle bitirelim o vakit:
   ''Karanlığı çöktüğü vakit geceye andolsun ki,Rabbin seni terk etmedi,sana darılmadı da.'' (Duha Suresi/2-3)
                                                                                                                         **TAHAMMÜL**

18 Ekim 2015 Pazar

Gezelim Görelim Durak 1: Süleymaniye

Blog yazıp da yazı dizisi yapmamak olur mu hiç?

Bugünkü yazımın konusu bambaşkaydı aslında ama geçtiğimiz yazımda da demiştim ya arada insan geçip gidiyor başka diyarlara. Öyle arada esiyor işte. O konu ile ilgili yazabilmem için biraz daha esmesi lazım galiba. Neyse gelelim şimdi ne yazacağımıza... Ben belli konularda dizi halinde devam etmek taraftarıyım şimdilik. (Ara ara tabi esenleri serpiştirmeden duramam.) Bu dizilerin ilkini de gezdiğimiz semtleri ve mekanları bizim gözümüzden anlatan yazılar oluşturacak.

Süleymaniye benim doğduğum semt. Döner dolaşır yine bir Beyazıt'a giderim arada. Süleymaniye Külliyesi'ne gidip Kanuni ve Hürrem'in, Mimar Sinan'ın ebedi istirahatgâhlarının en azından yanından geçerek bir Fatiha okumak, tarihin o canlı havasını solumak iyi geliyor. Sultanahmet, Gülhane, Sirkeci boyunca bazen yürüdüğümüz, Eminönü'nde turşu partisi yaptığımız olmuyor değildi Tahammül ile bi aralar. 

Evet bugün yanımdaki Tahammül değildi baştan söyleyeyim. Genelde de öyle olacaktır muhtemelen çünkü çok meşgul olacağı bir meslek edinmekle yükümlü kendisi. Ders çalışmak yaşam tarzı onda.Dedi ki geçenlerde cancan bir arkadaşım; "Vezneciler'de bi çikolatacı açılmış. Süleymaniye Çikolatacısı. Bir gün gidelim." Durur muyuz? Diğer adımız gezentiye çıktı zati. İstanbul'daki envai çeşit isimde açılmış çikolatacılara gitme konusunda yemin etmiş gibiyim.






Zaten İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin mahallesi sayılan bölgeye yeni bir renk gelmesi güzel olmuş. Tatlış olmuş. Daha yeni yeni hareketleniyor olsa da cici bir mekan olmuş. Biz beğendik. Çalışanlar da oldukça kibar. Menüde de ince düşünmüş arkadaşlar. İlk oturduğumuzda saf saf bizden önce kalkanların kitaplarını unuttuğunu sansak da Üstad Necip Fazıl'ın kitabını menü yapmak aklımıza gelmemişti ne yalan söyleyelim.


Biz de vazgeçilmez çay ile (tabi demirhindi şerbeti olsa hayır demezdim ama) Bezmara yemeyi tercih ettik. Gördüğünüz üzere menü de daha zenginleşme aşamasında. Çay bana kalırsa tomurcuk da katılmış çaygillerden. Sevmeyen varsa tercih etmesin derim. 



Gitmesine gideriz de nasıl gideceğiz derseniz de, Yenikapı-Hacıosman metrosunun Vezneciler durağında inip azıcık yürüyebilirsiniz. Yok bana metro da uymuyor derseniz, Vezneciler'e gelen otobüs hatlarını tercih edebilirsiniz. O da olmadı derseniz, Bağcılar-Kabataş Tramvay hattına binip anonnsta "next station laleli üniversite" yi duyunca ve tısss kapı açılınca inip biraz daha fazla yürüyerek mekana ulaşabilirsiniz.

E gidince de bir selamımızı söylersiniz. 
Haydi selametle kalın.
:)

15 Ekim 2015 Perşembe

YGS,LYS,ÖSS,ÜGS... ? Kafam Karıştı Hangisiydi Çocuklar?

       Selamün Aleyküm bayanlar baylar,sınava hazırlanmaya çalışırken düşüp kalkan,yuvarlanıp duranlar!
       Aslında kafamda farklı bir konuda yazmak vardı.Fakat sabah tramvayla fakülteye giderken birkaç genç arkadaşımı test çözmeye çalışırken,kaygılı bir yüz ifadesiyle görünce fikrim tamamen değişti.Sonra bana sıkça sorulan ''Abla nasıl çalıştın?''sorusu kulağımda çınladı değişik ses tonlarıyla.Ve elime kalemi alıp yazayım dedim ufak da olsa,belki bir ufuk açılır yolunuzda.
Herkesin klasik söylediği şeyler vardır bu konuyla ilgili. Malesef ki doğruluk payı olan şeyler bunlar.O yüzden ben de yinelemek durumundayım ama bizlere güvenin.Herkes bu süreçlerden geçti çünkü.O yüzden es geçmeyin derim.
      Öncelikle nasıl bir okul ortamında olduğunuzu,evde çalışma ortamınızın olup olmadığını bilmiyorum,maddi durumunuzun da ne alemde olduğunu bilmiyorum.Bu gibi faktörler sizlerin durumunu özelleştirecektir.Ben bu yazıyla birtakım genellemeler yaparak birşeyler aktarmaya çalışacağım.Eminim ki birçoğunuzun okulları ideal ortam değil hedef koyup başarmak için,bazılarınız ise kalabalık aile ortamında çabalıyorsunuz,Kiminizin de parası yok.Malum test kitabı almak da bütçe gerektirir.Bu olumsuz faktörleri ayrı ayrı değerlendirmek çözüm üretmek gerekir.Ama ilk etapta birçok şeyin sizin azminizde, kararlılığınızda, isteğinizde bittiğini unutmayın.
       YGS,LYS,ÖSS,ÜGS artık her neyse..Bu sınavlara hazırlanmak için -düzenli çalışmak kaydıyla- 1,5-2 yıl yeterlidir.Mezun değil de okullarınıza devam ediyorsanız tabi.Bu sınavların da bir mantığı vardır aslında.ÖSYM sizden temel şeyleri ister,ayrıntılarda zorluklarda çok da boğulmanıza gerek yoktur.Ama çevresel etkenler bizi zora iter,bu da bizi strese depresyona iter,yapamayacağız düşüncesiyle sürüklenmemize sebep olabilir.Tabiki zor olma ihtimali de vardır.Ama zor olması bizden çok da birşey götürmez.Çünkü zorsa herkese zordur unutmayın.Hatta zor sınavda emeklerinizin karşılığını daha çok alma olayınız da vardır.Çünkü kolayı herkes yapar,zoru gerçekten emek veren yapar.Emek veren yapamazsa zaten onu çoğu insan yapamayacaktır.Öncelikle sizden istenilenleri,temel şeyleri bilin devamında gerisini inşa edin.İnşa ederken hiçbir zaman ''Herşey tamam,bütün soruları yaparım'' gibi bir hissiniz olmayacak.Konular derya deniz çünkü.Hep kendinizi eksik hissedeceksiniz. Bu da gayet doğaldır.
         Sakın sınavı hayatınızın sonu olarak görmeyin.Sizlerin hayatı sınavdan daha kıymetli.Tatliş canınızı sıkmayın,değmez böyle şeylere. Bu cümleleri çok duyacaksınız.Ben de söyleyeyim ayıp olmasın.Sizler için bu sürecin kolay olmadığını biliyorum.Ne yazık ki eğitim sisteminin bizlere aşılaması sebebiyle bizlerin hayatının merkezi oluyor bu süreç.Hatta hayatımızın dönüm noktası oluyor. 18 yıllık hayatımızın getiri ne olacak diye merak ediyoruz,geleceğimizi nasıl etkileyecek diye düşünürken haliyle kaygılanıyoruz.Bu kaygıdan kurtulun,derin bir nefes alın.Size tek giriş hakkı verilmiyor ki,çok defa girebilirsiniz.Hatta bir sürü meslek var sizin bilmediğiniz önü açık olan.Asıl tercih dönemiyle kendinizi kurtarırsınız.İdealinizde bir meslek varsa araştırdığınızda göreceksiniz.Kazanmakla,4 seneyle falan bitmiyor olay.Doktoraydı bilmem neydi gidiyor böyle meslek edinme süreçleri.
        Sizden yüksek yapanlar da sizden zeki değildir.Sakın kendinizi aşağılamaya da kalkmayın.Belki birkaç tane süper zeka çıkabilir.Ama geri kalanlarının sizden tek farkları düzenli çalışmış olmalarıdır.Az çalışıyormuş gibi gösterenler de olabilir.Ya çok çalışıyorlardır da yalan söylüyorlardır,ya da burda hafıza faktörü devreye girer. Kimi birkaç tekrar kimisi çok tekrarla konuyu kavrar.Yani burda önemli olan hafızanızı tanımanızdır ve ona göre hareket etmenizdir.Hafızanızı bir an önce tanıyın,tanış olun derim!
         Stres yaşamak sürecin doğal aşamasıdır Ama stresin sizi yenmesine izin vermeyin.Biraz biyoloji vs biliyorsanız.Bilirsiniz ki stres vücudun tehlikeli gördüğü durumlara karşı kendisini savunma mekanizmasıdır.Sınav da sizin için endişe verici bir süreçtir ve bu yüzden savunmaya çalışırsınız kendinizi,stres oluşur en nihayetinde.Yenmek lazım dedik.Yenmek de sınav anında önem taşımaktadır.Ben hatırlıyorum da YGS'ye girerken ellerim titriyordu,kalp atışlarım maksimum noktadaydı.Bildiğim duaları sıralamaya başlamıştım korkudan.Ardından sınava başlamıştık bir iki Türkçe sorusunu çözdükten sonra rahatlamaya başlamıştım.Sınav anı için şunu önerebilirim.Bildiğiniz,rahat yapabildiğiniz branşlardan başlayın.Çözdükçe rahatlamaya etkisi olacaktır.
         Sınava hazırlanırken çok soru çözmek önemlidir.Boş boş,sallayarak çözmek değil.Tahmini olarak çözdüğünüzün dahi öncüllerini öğrenmelisiniz.Sorularla uğraşın,yeri gelince sövün,onlarla barışık olun.Bu da önemlidir sınavda işe yarar,bununla da alakalı tatlı anılarım vardır.Garanti yani.
        Sınava hazırlık aşamasında kitap okumayı asla asla asla bırakmayın.Tramvayda soru çözmek yerine kitap okuyun,müzik dinleyin,çevreyi gözlemleyin.Bunların sosyal gelişiminiz için kıymetli olduğunu unutmayın.Sosyal gelişim demişken..Sosyal aktiviteleri asla ihmal etmeyin.Haftada bir gün 5-6 saat kendinize müsaade edin,bunu kayıp olarak görmeyin.Arkadaşlarınızla sinemaya,tiyatroya gidin.Güzel bir yerde oturup derin sohbetler edin.
        Veee final zamanı... Her birimizin zorlandığı ama hiçbirimizin tam anlamıyla başaramadığı konu...Zamanı kullanmak.Hepimizin herşeye vakti vardır,ne hikmetse daha önemli olan şeylere çoğunlukla vakti yoktur.Her şeyde yüzümüzü Batı'ya döneriz.Bir bakarız ne yapıyorlar diye.Batı'nın bilim,sanat,teknolojide fark atmasının sebeplerini irdeleyin.En önemli nedeni zamanı iyi kullanabilmelerinden geçer,göreceksiniz.Zamanı nasıl iyi kullanırız peki derseniz?Bunun yolu planlamadan ve hayatımızdaki parazitlerden kurtulmaktan geçer.Bana göre planlama yaparken günlük planlar yapmak daha motive edici. Gece yapmadan evvel bir not defterine yarınki hedeflerinizi,yapacaklarınızı yazın ve yaptıkça tik atın. Ne kadar olumlu etkisi olduğunu not defteri ilerledikçe göreceksiniz.Ne kadar çok şey yapabiliyoruz aslında zamanı güzel kullandığımızda. Bunun kanıtıdır aslında bu uygulama.Program noktasında okuldaki rehberlik hocalarınızdan danışmanlık alabilirsiniz.Onlar sizi yönlendirecektir.Gereksiz parazitler dedik...Facebook,Twitter,Snapchat,Whatsapp,Swarm,goygoy arkadaşlıklar....Sosyal medya hesapları gündemi takip etmede,eğlenmede ahlaki koşullarda kullandığınızda faydalıdır.Ama sürekli bunlarla yatıp kalkıyorsanız,merkeziniz olmuşsa  beyninizin uyuşmasına sebep olacaktır.Bunu farkedersiniz silkindiğinizde.Bu yüzden ders çalışırken,kitap okurken,uyumadan evvel bunları rafa kaldırın.Boşluklarda,aralarda kullanın,takip edin.Onların kurbanı olmayın.
         Daha çok şey var yazılacak bu konuda.Bana kalsa sayfalarca yazabilirim yaşadığım süreçlerle birlikte.Ama bir yerde susmak lazım değil mi? Bu konuyla alakalı sorularınız varsa soru olarak yazabilirsiniz Blog ve İnstagram hesaplarımızdan. İlerleyen zamanlarda farkli açılardan sizlere cevap olarak kaleme alırız inşallah.Hadi bakalım Allah'a emanet olun,kendinize cici bakın,uslu uslu çalışın derslerinize e mi?
                                                       
                                                                        **TAHAMMÜL**

13 Ekim 2015 Salı

Çaylak Yazar

Biz yakın zamana kadar birbirimizden habersiz yazılar yazmaktaymışız meğerse. Ben ilk yazmaya günlük tarzında başlamıştım yanlış hatırlamıyorsam. Öğretmenlerimiz hep öyle desteklediğinden olsa gerek. Sağolsunlar ne iyi etmişler. Kompozisyonlar yaza yaza deneme tarzına kaydım haliyle ama bazen eser ya duygularınız dolar taşar. En usta şair yapar sizi hayat. Yani siz öyle zannedersiniz. Bazı karalamışlıklarım da var öyle arada. İleride paylaşırım inşallah. Şu an insan içine çıkmaya hazır hissetmiyor o dizeler kendilerini...

Neyse şiir benim haddime mi düşmüş canım. Derdimi zor anlatıyorum şurda. İlk olarak Mustafa Kutlu okuya okuya önce etrafımdakilere bulaştırmaya başladım. Sonra da yine haddim olmadan muhtemelen bilinçaltımın iteklemesiyle hikaye yazmaya başladım nacizane. Yani daha önceden de karalardım bir şeyler ama şimdi kendimi üstad hikayecinin taklidini yapmaya çalışıyor gibi hissediyorum. Evet kötü bir taklidi. Napayım ama okuduktan sonra etkisinde kalmadan edemiyorum. E tahmin edeceğiniz üzere de en büyük hayalim de yazdığım deneme ve hikayeleri ona okutmak.

Bakmayın siz benim bu hallerime. Bu kız yazar durur, kurar durur. Hikayelerin sonunu getiremez. Getirse de saçmalar...

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki her günümüz bir roman konusu olacak nitelikte ve derinlikte. O yüzden benim gibi önüne gelen hiç çekinmeden otursun yazsın. Yazsın da beraber saçmalayacak birileri olsun. Yaşımızı belli etmek gibi olmasın da 90'lar çocuğu olarak belki de birçok nesile göre çok daha yoğun bir gündemin içinde yaşıyoruz gençliğimizi. Eskiler en azından evinden çıkmadığında kendini güvende hissediyordu. Yani öyle anlatır babam. Şimdi evimiz bile gurbet gibi. Kafamızı uzatsak hayatımızın hatasını yapacakmışçasına bir hayat yaşıyoruz şu günlerde.
Daha fazla yazarsam melankolinin dibine vuracağım herhalde.
Hicri yılımız herkese barış, mutluluk,sağlık, huzur getirsin inşallah.
Dualarınızda bu garipler Tahammül ve Sefer'i de eksik etmeyin.

:)

Son olarak size kahvem eşliğinde dinlediğim sevgili Gripin'inden anlamlı sözleri ve klibiyle sevdiğim şarkısını armağan ediyorum. Dinlemeli ve düşünmeli...



:)

Kanatlanmaya Hazır Mıyız?

            Nasıl başlanır blog yazmaya bilmiyorum ama başlayalım birlikte bakalım.Nerden başlasak? Hmm.. Biraz tanımlama ve felsefe mi yapsak ne dersiniz? Evet dediniz varsayıyorum.
           Şimdi efendim... Tahammülün kelime anlamı ''İnsanın güç durumlara karşı koyabilme yeteneği,katlanması,dayanması''; seferin ise ''Yolculuk''tur. Peki biz hangisiyiz,hangisini tercih ediyoruz hayat yolunda? Bendeniz Tahammül Hanımım mesela.Birçok şeye katlanmaya çalışan,ruhu sıkıldıkça sefere çıkmak isteyen ama çıkamayan.Sıkıldıkça daraldıkça ellerini açarak dua eden,sabretmeye çalışırken bazen dayanamayıp yenik düşen ama yine de ayağa kalkıp topallayarak yürümeye devam eden.Çevremizdeki çoğu insan böyle değil midir zaten? Analarımız tahammülün en iyi temsilcisidir,hakkını verendir.360 derece dönün çokça görürsünüz aslında tahammülcü tayfanın sakinlerinden olanları.Sefere çıkmak ise her yiğidin harcı değildir.Enerjik,gözü kara olmak lazım bunun için.Onlar keşfederler,uzaklaşarak kurtarırlar kendilerini uyuşmayan frekanslardan.Düşününce Müslüman kimliğimize her ikisi de yakışır aslında.Hangisi bizler için karlıdır diye sormaya gerek yoktur.İkisi de bizim için kıymetlidir.Tahammül ruhumuzu güçlendirirken,seferle bizler güneş gibi doğarız.Bu kadar felsefe şimdilik yeter,kaçırmayalım sizleri şimdiden.
          Sefer'le benim tanışma anım tam da daraldığım,tahammüllükten çıkacağım zamana denk gelmişti.Beni yeni şeyleri keşfetmek için davet etti,pozitif enerjisiyle kuvvetlendirdi.Daim olsun dilerim Tahammül-Sefer dostluğunun.Bir gün kafa kafaya vermiş birşeyler planlarken baktık ki içimiz gürül gürül. Dolmuşuz iyice.Taşmak üzereyiz. Eee Ümmet-i Muhammed'in de cansuyu olmak lazım.Yüreklere dokunmak için çıktık bir sefere biz de.İlk adımımızı bu blog çalışmasıyla atmış olacağız. Rabbim yüzümüzü kara çıkarmasın dilerim.
           Nelerden bahsedeceğiz dersek?Sefer'in de dediği gibi.Bundan,şundan,ondan.Kısacası herşeyden. Kimi zaman heybemizdeki hikayelerden çekip sizlere aktaracağız.Kimi zaman ise sorunlar belirleyip çözümler üretmeye çalışacağız.Birlikte sorgulayacağız yani hayatı.Eğlenceyi de unutmayacağız elbette.
           Hadi o zaman hep birlikte ''Vira Bismillah!''
                                                                                           *TAHAMMÜL*

12 Ekim 2015 Pazartesi

Selamlar!

Bismillahirrahmanirrahim diyerek başlayayım ben.
Besmele her hayrın başıdır değil mi neticede.
Selamlar ilgili blogcanlar!

Biz blog isminden de anlaşılacağı gibi Mustafa Kutlu takipçisi iki genç kızız. Diğer ayrıntılardan ileride bahsederiz diye planladık. Tanışalı daha iki sene olmasa da yazmayı ikimiz de sevdiğimiz için buraya gelip saçmalamaya başlamamız kaçınılmaz oldu. Sürç-i lisan edersek affola... Bu fikre Tahammül'ü sürükleyen bendeniz Sefer'e düştü haliyle ilk yazıyı da yazmak. Ondan, bundan ve hayattan mümkün oldukça her şeyden yazılar hep bu blogta olacak. Bir dahaki yazı da Tahammül'den gelecek çok geçmeden. Bakalım hangimizi daha çok seveceksiniz? Şimdiden iyi okumalar.