Öğrencilik
yıllarında katılmış olduğu bir derneğin gençlik kollarının başkanıyken, bir
törende cumhurbaşkanının hediye olarak takdim ettiği dolma kalem vardı Ömer’in
elinde. O günden beri kullanmayı bırakmamıştı. Sanki dünyadaki çok önemli bir
güçmüş gibi hissederdi elindeki kalemin. Yazdığı şeylerin sayesinde dünyadaki birçok
şey değişecekmişcesine başlardı yazmaya her seferinde. Bugünkü son notlarını da
aldıktan sonra dosyasını kapattı. Beyni buharlaşıyordu sanki. Gözleri
bulanıklaşmaya başlamıştı günlerdir uykuya direnmesi sonucu. Son zamanlarda
iyice işkolik olmuştu, saatlerini adalet uğrunda, mazlumların yanında yer
alarak geçirmek onun ruhunu doyuruyordu doyurmasına. Ama bedeni kırmızı alarm
vermeye başlamıştı. Evet dinlenmesi şarttı, birkaç gün ofisten uzaklaşmak ona
iyi gelecekti. Sekreterini çağırarak birkaç günlük programını boşaltmasını, ertelenenlerin
yeni tarihleri için müvekkillerine en yakın zamanda döneceğine dair notunu da
iletmesini rica etti. Ofisteki diğer çalışma odasına giderek stajyerleri Nisa
ve Yusuf’a incelemeleri gereken dosyaları verdikten sonra, öğrencilerine tonla
ödev vererek haftasonu tatiline çıkan öğretmen mutluluğuyla ofisinden ayrıldı. Arabasına
bindikten sonra şöyle bir aynadaki yansımasına baktı Ömer her dava öncesi
adliyeye gitmeden yaptığı gibi. Saçlarına hafif hafif aklar düşmeye başlamıştı,
kırlaştıkça karizmatik olsa da dökülmeseydi iyiydi.
Şansına hava biraz ısınmıştı. Geçtiğimiz
ay mayıs olmasına rağmen yağmurlu ve soğuktu. Gerçi sıcağı pek sevmezdi Ömer. Yağmur
huzur verirdi ona, hele ki toprak kokusunu içine çekti mi değmeyin keyfine. Annesinden
geçmişti bu hoşlantı herhalde ona ya da her neyse. Haseki taraflarındaki
ışıkların orda durdu. Kırmızı ışık yanarken dalıp gitmişti, birden camına biri
tıklattı. Aniden sıçradı Ömer. Elinde çekçek ve bez olan, kara gözlü, olgun
bakışlı, yüzünden inci gibi ter damlaları akan yedi sekiz yaşlarında delikanlı
bir çocuktu ona doğru bakan. Ömer’in gözlerini delip geçti,yüreğine dokunmuştu
sanki. Camını indirdi, başını hafif sallayarak silmesini onayladı. Bir anda
onda küçük Ömer’i gördü, küçüklüğüydü karşısındaki. Sırf onun derinliklerine
ulaşmak, işini yaparken izlemek, ruhunu o minik delikanlıda hissetmek için izin
vermişti sanki silmesine. Çocuğun işi bittiğindeyse parasını verirken, başını
fesleğende elini gezdirircesine okşadı. Onun emeklerinin, çektiği sıkıntıların,
hüznünün, sıcaklığının, samimiyetinin eline sinmesini istercesine.
Ömer Yağız, işte o çocuktu aslında. Altı
yedi yaşlarında hayata atılmıştı. Sevdiği oyunlardan elini ayağını çekmek
zorunda kalmıştı, çocukluktan emekli olmuş erken yaşta yetişkinliğe terfi
etmişti. Nerdeyse tüm gün çalışırdı. Araba camı siler, kağıt mendil satardı, nadir
olarak ayakkabı parlatırdı. Sessiz ve hunharca, kazandığı paraları babasının
yüzüne çarpmak isterdi minik yüreği. Sen bunu yapamayacak kadar zavallısın
demek gelirdi içinden. Küçük kız kardeşlerini ve annesini korumak için çoğu
zaman susar ve sakince masaya paraları bırakırdı .Eve para getirmediğinde babası onu hırpalardı. Para getirdikçe de
çalışması için daha çok kamçılardı. Sokaklar kötüydü. Kötülüklere karşı minicik
bedeniyle direnmesi zor olsa da katlanıyordu işte bir şekilde. Büyüyordu o da
herkes gibi .On bir yaşına gelmişti .Okuluna zaman ayıramaz olmuştu. Öğretmeni
çok defa kapılarını çalmıştı ve annesiyle görüşmüştü. Annesi, gül kokulu
annesi… Napsındı canparesi için? Onu
korumak için çoğu zaman bir şey diyemezdi.Gidecek kapısı yoktu. Olsaydı
katlanır mıydı bu cani adama? Mecbur ağzını bantlayıp susması gerekiyordu. Babası
umursamadığından öğretmeninin yüzüne bile bakmadan ‘’Yapacak bir şey yok
demişti’’. Yapacak bir şey yok! Sahiden yapacak bir şey yok muydu? Her gün
arabaların camlarını silerken bu arabaların içindeki insanların yaşamları nasıl
oluyor da bu şekildeydi sorgulayıp duruyordu. Normal bir çocuk, normal bir aile
olamazlar mıydı? Annesine şefkatli olamaz mıydı babası? Onunla top oynayamaz
mıydı? Başını okşayamaz mıydı sevgiyle, sırtını sıvazlayamaz mıydı gururla?
Yapamaz mıydı gerçekten? Bu kadar zor muydu?
Bir gün ter su içinde eve geldi Ömer. Kapıyı
açmaya çalışırken içerden yüksek sesler geliyordu. On üç yaşında uzun boylu bir
delikanlı olmuştu artık. Telaşlı bir şekilde içeri daldı. Karşısındaki manzara
kanı beynine sıçratmıştı. Cefakar, gül kokulu annesini babası lanet olası
kemeriyle dövmekteydi. İçeri girdiğini bile farketmemişti. Koştu ve babasını
geriden çekerek durdurmaya çalıştı. O cesaret nerden gelmişti Ömer de
bilmiyordu. Tek bildiği şey artık babası denen bu adama katlanamıyordu. Annesine
zalimce davranmasına, bu umursamaz davranışlarına tahammül edemiyordu. Annesi
endişelenmişti; çünkü canparesinin kemer darbelerine maruz kalacağını biliyordu.
Çaresizce Ömer’e gitmesi için yalvarmaya başladı Babasıyla ağız dalaşına
girmişti bile Ömer. Onu durdurmak mümkün değildi artık. Kapıdan kızlarının
korkuyla baktığını gören çaresiz kadın, yan odaya götürdü onları ve kapıyı kapatırken
odadan çıkmamalarını tembihledi. Hızla kendini Ömer’in yanına attı. Babası iri
bir adam sayılmazdı. Ama yine de Ömer artık onun gücüne direnememişti. Ruhunun
ölüsü adamı ağırlaştırmıştı sanki. Annesiyle ikisini hakaretler yağmurunda
dövdü, dövdü, dövdü. O kadar çok darbe almışlardı ki acıdan kendilerini
kaybetmişlerdi, babasının gittiğini bile farketmediler. Ömer kendisine
geldiğinde zorla hareket etti. Annesine baktı, gözyaşlarıyla yıkadı üzerindeki
kanları ve pansumanladı. Kız kardeşleri ürkek adımlarla yanlarına gelmişti. Sarıldılar
,titriyorlardı. Mevsim kıştı ve sanki dışarda kalmışlardı. Sevgileriyle
ısıttılar yüreklerini, şaşkınlığın donmuş heykelini bu sıcaklıkla erittiler.
Bundan sonra dördüydüler bunu o an hissetmişti Ömer.
Ertesi sabah kağıt mendillerini aldı.
Satmak için yola çıktı, hayat devam ediyordu. Havayı derin derin içine çekti .Saat
tıkır tıkır çalışıyordu, karınlarını doyurmak için çalışmak zorundaydı .Evin
erkeği artık oydu ve babası gibi olmayacaktı. Annesine ve kız kardeşlerine
sahip çıkacaktı, onların sağlam direği olacak, hiçbir zorlukla sarsılmayacaktı .Her
zamanki köşesine dikildi. Birilerinin ondan bir şey almasını bekliyordu. Kimisi
yüzüne bile bakmamıştı hiç orda yokmuş gibi,bedeni orda yokmuş sadece ruhuyla
ordaymış gibi hissetti. Kimisi korkuyla baktı ona öcü varmış gibi .İşi hiç iyi
gitmiyordu bugün. Babası yüzünde insanları korkutan renklendirilmiş bir harita
bırakmıştı. Giderken bile zarar vermişti. Giderken sessizce gitseydi ya. Onu
bile becerememişti. Neyse ki gitmişti! Umutsuzca, yorgun, bitkin önüne bakarken
tepesinde birilerinin dikildiğini hissetti. Kafasını kaldırdı. Bir kadın, bir
erkek ona dikkatle bakmaktaydı. Adam onunla alakalı birşeyler öğrenmeye
çalışıyordu. İlgiliymişçesine…Neden yani neden ben? Bunlar kim? Yoksa bir çeteleri
mi vardı? Ondan mı tavlamaya çalışıyorlardı onu? Daha önce sokakta çalışan
arkadaşlarının başına gelmemiş şeyler değildi. Birden annesini ve kız
kardeşlerini düşündü, ürktü. Onlar onsuz yapamazlardı, onu beklerlerdi. Birden
koşmaya başladı. Adam da peşinden koşuyordu. Nefes nefese kalmıştı, kalbi
yerinden çıkacak, göğsü parçalanacaktı sanki ama o yine de koşmaya devam etti .
Yol bitti. Şimdi ne yapacaktı? Çıkmaz sokakların amacını zaten anlamış değildi.
Delicesine bağırmaya başladı arkasına dönüp peşinden gelen yabancı adama. Adamda
değişik bir hava vardı. Gözlerinde… İnanmak istemedi, direndi ama adam onu ikna
etmişti bile. Kadın da on beş dakika sonra yanlarına geldi, yanında çocuğun
mendillerini de getirmişti. Bir vakıftan geldiklerini, sokakta çalışmaması
gerektiğini, onun yerinin buralar olmadığından… Bahsettiler. Ee ne yapabilirdi
ki? Babaları bir şey yapamamıştı, onlar ne yapabilirlerdi ki? Birkaç kişi daha
yanlarında olacaktı ve yarın evlerine geleceklerdi. Ömer neyine güvenerek bunu
kabul etmişti,ikna olmuştu. Gerçekten bilmiyordu.
Ertesi gün beş kişi evlerini
ziyaret etmeye gelmişti. Annesi çay demlemişti, sohbet ettiler. Dost
edasıyla…Dost ne demek bilmezdi Ömer. Daha önce de evlerinde böyle sohbet
muhabbet edilmemişti. O an yüreğinin bir yerinde dostluk ışığı parladı. Hissetmişti
ne demek olduğunu.
İnsanların dostları olabilirdi. Bunun güzel bir şey olduğunu sanıyordu. Bakalım görecekti. Onların mutfak ihtiyaçlarını, giyim ihtiyaçlarını, eğitim masraflarını karşılayacaklardı. Ama karşılığında Ömer artık sokakta çalışmayacaktı. Para kazanması için de güvenli bir işyeri bulacaklarını, günün belli saatlerinde çalışacağını ve okuluna gideceğini, aksatmaması gerektiğini söylediler. Eğer sokakta çalışmaya döndüğünü duyarlarsa, görürlerse tüm yardımlar, destekler çekilecekti. Ömer şaşkındı. Nasıl bir şeyle karşı karşıyaydı bilemiyordu. Şaşkınlık,mutluluk ne hissettiğinden de emin değildi. Onların dediklerini dinleyip vakfa da gidip gelmeye başlamıştı. Çalıştığı yerde insan muamelesi görüyor, vakıfta da sevgiyle karşılanıyordu. Bu onun için ne büyük nimetti bunu hiç kimse anlayamazdı. Yalnızca okul zorluyordu onu. Hayat onun beyninin bazı köşelerini çevrimdışı bırakmıştı o sebepleydi zorlanması. Ama mücadelesine devam ediyor, pes etmiyordu. Ona buna söz vermesinden değil her şeyden evvel kendine söz vermişti. Başaracaktı. Vakıfta Murat diye bir abiyle tanışmıştı. Ona zorlandığı dersleri anlatıyordu. Her şeyden öte halini hatırını soran onunla dertleşen biri vardı. Bu hoşuna gidiyordu, yüreğini okşuyordu. Murat abisi ona umut veriyordu, üniversiteyi kazanabileceğini söylüyordu. Ona bir rüya gibi geliyordu. Ama evlerinin yuva olması, annesinin elif gibi dimdik durması, kız kardeşlerinin gözlerindeki ışığın onu aydınlatmasıyla bunun olabileceğine inanmaya başlamıştı. Ee bir de ‘’İnanmak başarmanın yarısıdır, inan!’’ demişti Murat abisi. O da bir yıl boyunca derslerine asıldı. Soru işaretlerinin hepsini Murat abisi yanıtlamıştı. Üniversite sınavı onun için rüya içinde rüya gibi geçti ve sonucuyla birlikte bu uykudan tatlı tatlı esneyerek uyanmıştı. Ömer hukuk fakültesini kazanmıştı. Artık ailesinin, mazlumların korkmasına gerek yoktu. Artık daha da dimdik, sapasağlam önlerinde duracak, zalimler yanlarına yaklaşamayacaktı.
İnsanların dostları olabilirdi. Bunun güzel bir şey olduğunu sanıyordu. Bakalım görecekti. Onların mutfak ihtiyaçlarını, giyim ihtiyaçlarını, eğitim masraflarını karşılayacaklardı. Ama karşılığında Ömer artık sokakta çalışmayacaktı. Para kazanması için de güvenli bir işyeri bulacaklarını, günün belli saatlerinde çalışacağını ve okuluna gideceğini, aksatmaması gerektiğini söylediler. Eğer sokakta çalışmaya döndüğünü duyarlarsa, görürlerse tüm yardımlar, destekler çekilecekti. Ömer şaşkındı. Nasıl bir şeyle karşı karşıyaydı bilemiyordu. Şaşkınlık,mutluluk ne hissettiğinden de emin değildi. Onların dediklerini dinleyip vakfa da gidip gelmeye başlamıştı. Çalıştığı yerde insan muamelesi görüyor, vakıfta da sevgiyle karşılanıyordu. Bu onun için ne büyük nimetti bunu hiç kimse anlayamazdı. Yalnızca okul zorluyordu onu. Hayat onun beyninin bazı köşelerini çevrimdışı bırakmıştı o sebepleydi zorlanması. Ama mücadelesine devam ediyor, pes etmiyordu. Ona buna söz vermesinden değil her şeyden evvel kendine söz vermişti. Başaracaktı. Vakıfta Murat diye bir abiyle tanışmıştı. Ona zorlandığı dersleri anlatıyordu. Her şeyden öte halini hatırını soran onunla dertleşen biri vardı. Bu hoşuna gidiyordu, yüreğini okşuyordu. Murat abisi ona umut veriyordu, üniversiteyi kazanabileceğini söylüyordu. Ona bir rüya gibi geliyordu. Ama evlerinin yuva olması, annesinin elif gibi dimdik durması, kız kardeşlerinin gözlerindeki ışığın onu aydınlatmasıyla bunun olabileceğine inanmaya başlamıştı. Ee bir de ‘’İnanmak başarmanın yarısıdır, inan!’’ demişti Murat abisi. O da bir yıl boyunca derslerine asıldı. Soru işaretlerinin hepsini Murat abisi yanıtlamıştı. Üniversite sınavı onun için rüya içinde rüya gibi geçti ve sonucuyla birlikte bu uykudan tatlı tatlı esneyerek uyanmıştı. Ömer hukuk fakültesini kazanmıştı. Artık ailesinin, mazlumların korkmasına gerek yoktu. Artık daha da dimdik, sapasağlam önlerinde duracak, zalimler yanlarına yaklaşamayacaktı.
Hukuk fakültesindeyken çalışmayı da
bırakmadı. Her zaman yarı zamanlı iş koşturması oldu. İş dışında gözü hep
kitaplardaydı. Ruhu açtı, susuzdu. Yıllardır çölde sürünmüştü .Bitap düştüğü
anda bulduğu bir su kuyusuydu adeta kitaplar. Fakülteyi beşincilikle bitirdi ve
bugünlere kadar geldi. Babasının karşına dikilmek çok isterdi. Yüzüne haykırmak
bazı şeyleri. Babasından yıllarca haber almamışlardı. Trafik kazasında, ayyaş
olmuş bir kenarda, dövülerek… Ölmüştür belki de. Tek istediği ölmüş olmasıydı.
Çevresine zarar bir adamdı çünkü .Bir gün yüzünün güldüğünü bilmiyordu onunla.
Ömer’in parlak bir aile geçmişi yoktu. Onun
melekleri annesi ve kız kardeşleriydi. Hayatında en çok sevebileceği kadın da
annesiydi. O yüzden çevresindeki alımlı kadınlar da umurunda değildi. Ailesine
ve Hak yolunda mazlumların yanında olmaya adamıştı kendini.
Eve geçmişti bile. Yol boyunca hayatı
bir film şeridi gibi geçmişti gözlerinin önünden. Bu yüzden hiç anlamadı
zamanın nasıl akıp gittiğini. Araba kullanmanın zamanla refleks haline gelmesi
ne büyük nimet diye düşündü Ömer. Yoksa bu kadar dalıp gitmeye bir facia
yaşanabilirdi. Arabadan indi ve heyecanla eve çıktı .Kapıyı açan valide
sultanıydı. Annesine öyle bir sarıldı ki, kadıncağız ne olduğunu anlayamadı ama
hoşuna gitmişti. Geçmişe doğru yaşadığı yolculuğundan bahsetmedi sadece
acıktığını söyleyebildi. Çünkü, gözlerinin bulutlanmasını istemiyordu. Karnını
doyururken tatil planlarından bahsetti ,annesinin ısrarlı öğrenme çabaları
fayda göstermedi. Sürprizdi.
Sürprizler ,açılmayı bekleyen mutluluk
paketleri vardı artık onların. Onlar ise yaşadıklarını heybelerine atmış, Allah’ın
nasip ettiği bu yolda hak yolunda savaşmayı tek gayeleri edinmişlerdi. Yüreklerindeki
tek dava çaresizlerin çaresi olabilmek, onlara el uzatabilmekti.
**TAHAMMÜL**
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder