26 Ekim 2015 Pazartesi

Bir Rüzgardı Esti Geçti...

           Paylaşacağım hikaye heybemin ilk üyesi.Yakın arkadaşlarımın edebiyatla ilgili birşeyler yapalım dediğinde çıkıvermişti.Sonra akıp gitti herşey,onlara da teşekkür ediyorum çokça.Çaylarınız hazırsa,keyifli okumalar:)

        Öğrencilik yıllarında katılmış olduğu bir derneğin gençlik kollarının başkanıyken, bir törende cumhurbaşkanının hediye olarak takdim ettiği dolma kalem vardı Ömer’in elinde. O günden beri kullanmayı bırakmamıştı. Sanki dünyadaki çok önemli bir güçmüş gibi hissederdi elindeki kalemin. Yazdığı şeylerin sayesinde dünyadaki birçok şey değişecekmişcesine başlardı yazmaya her seferinde. Bugünkü son notlarını da aldıktan sonra dosyasını kapattı. Beyni buharlaşıyordu sanki. Gözleri bulanıklaşmaya başlamıştı günlerdir uykuya direnmesi sonucu. Son zamanlarda iyice işkolik olmuştu, saatlerini adalet uğrunda, mazlumların yanında yer alarak geçirmek onun ruhunu doyuruyordu doyurmasına. Ama bedeni kırmızı alarm vermeye başlamıştı. Evet dinlenmesi şarttı, birkaç gün ofisten uzaklaşmak ona iyi gelecekti. Sekreterini çağırarak birkaç günlük programını boşaltmasını, ertelenenlerin yeni tarihleri için müvekkillerine en yakın zamanda döneceğine dair notunu da iletmesini rica etti. Ofisteki diğer çalışma odasına giderek stajyerleri Nisa ve Yusuf’a incelemeleri gereken dosyaları verdikten sonra, öğrencilerine tonla ödev vererek haftasonu tatiline çıkan öğretmen mutluluğuyla ofisinden ayrıldı. Arabasına bindikten sonra şöyle bir aynadaki yansımasına baktı Ömer her dava öncesi adliyeye gitmeden yaptığı gibi. Saçlarına hafif hafif aklar düşmeye başlamıştı, kırlaştıkça karizmatik olsa da dökülmeseydi iyiydi.
         Şansına hava biraz ısınmıştı. Geçtiğimiz ay mayıs olmasına rağmen yağmurlu ve soğuktu. Gerçi sıcağı pek sevmezdi Ömer. Yağmur huzur verirdi ona, hele ki toprak kokusunu içine çekti mi değmeyin keyfine. Annesinden geçmişti bu hoşlantı herhalde ona ya da her neyse. Haseki taraflarındaki ışıkların orda durdu. Kırmızı ışık yanarken dalıp gitmişti, birden camına biri tıklattı. Aniden sıçradı Ömer. Elinde çekçek ve bez olan, kara gözlü, olgun bakışlı, yüzünden inci gibi ter damlaları akan yedi sekiz yaşlarında delikanlı bir çocuktu ona doğru bakan. Ömer’in gözlerini delip geçti,yüreğine dokunmuştu sanki. Camını indirdi, başını hafif sallayarak silmesini onayladı. Bir anda onda küçük Ömer’i gördü, küçüklüğüydü karşısındaki. Sırf onun derinliklerine ulaşmak, işini yaparken izlemek, ruhunu o minik delikanlıda hissetmek için izin vermişti sanki silmesine. Çocuğun işi bittiğindeyse parasını verirken, başını fesleğende elini gezdirircesine okşadı. Onun emeklerinin, çektiği sıkıntıların, hüznünün, sıcaklığının, samimiyetinin eline sinmesini istercesine.
         Ömer Yağız, işte o çocuktu aslında. Altı yedi yaşlarında hayata atılmıştı. Sevdiği oyunlardan elini ayağını çekmek zorunda kalmıştı, çocukluktan emekli olmuş erken yaşta yetişkinliğe terfi etmişti. Nerdeyse tüm gün çalışırdı. Araba camı siler, kağıt mendil satardı, nadir olarak ayakkabı parlatırdı. Sessiz ve hunharca, kazandığı paraları babasının yüzüne çarpmak isterdi minik yüreği. Sen bunu yapamayacak kadar zavallısın demek gelirdi içinden. Küçük kız kardeşlerini ve annesini korumak için çoğu zaman susar ve sakince masaya paraları bırakırdı .Eve para getirmediğinde  babası onu hırpalardı. Para getirdikçe de çalışması için daha çok kamçılardı. Sokaklar kötüydü. Kötülüklere karşı minicik bedeniyle direnmesi zor olsa da katlanıyordu işte bir şekilde. Büyüyordu o da herkes gibi .On bir yaşına gelmişti .Okuluna zaman ayıramaz olmuştu. Öğretmeni çok defa kapılarını çalmıştı ve annesiyle görüşmüştü. Annesi, gül kokulu annesi…  Napsındı canparesi için? Onu korumak için çoğu zaman bir şey diyemezdi.Gidecek kapısı yoktu. Olsaydı katlanır mıydı bu cani adama? Mecbur ağzını bantlayıp susması gerekiyordu. Babası umursamadığından öğretmeninin yüzüne bile bakmadan ‘’Yapacak bir şey yok demişti’’. Yapacak bir şey yok! Sahiden yapacak bir şey yok muydu? Her gün arabaların camlarını silerken bu arabaların içindeki insanların yaşamları nasıl oluyor da bu şekildeydi sorgulayıp duruyordu. Normal bir çocuk, normal bir aile olamazlar mıydı? Annesine şefkatli olamaz mıydı babası? Onunla top oynayamaz mıydı? Başını okşayamaz mıydı sevgiyle, sırtını sıvazlayamaz mıydı gururla? Yapamaz mıydı gerçekten? Bu kadar zor muydu?
        Bir gün ter su içinde eve geldi Ömer. Kapıyı açmaya çalışırken içerden yüksek sesler geliyordu. On üç yaşında uzun boylu bir delikanlı olmuştu artık. Telaşlı bir şekilde içeri daldı. Karşısındaki manzara kanı beynine sıçratmıştı. Cefakar, gül kokulu annesini babası lanet olası kemeriyle dövmekteydi. İçeri girdiğini bile farketmemişti. Koştu ve babasını geriden çekerek durdurmaya çalıştı. O cesaret nerden gelmişti Ömer de bilmiyordu. Tek bildiği şey artık babası denen bu adama katlanamıyordu. Annesine zalimce davranmasına, bu umursamaz davranışlarına tahammül edemiyordu. Annesi endişelenmişti; çünkü canparesinin kemer darbelerine maruz kalacağını biliyordu. Çaresizce Ömer’e gitmesi için yalvarmaya başladı Babasıyla ağız dalaşına girmişti bile Ömer. Onu durdurmak mümkün değildi artık. Kapıdan kızlarının korkuyla baktığını gören çaresiz kadın, yan odaya götürdü onları ve kapıyı kapatırken odadan çıkmamalarını tembihledi. Hızla kendini Ömer’in yanına attı. Babası iri bir adam sayılmazdı. Ama yine de Ömer artık onun gücüne direnememişti. Ruhunun ölüsü adamı ağırlaştırmıştı sanki. Annesiyle ikisini hakaretler yağmurunda dövdü, dövdü, dövdü. O kadar çok darbe almışlardı ki acıdan kendilerini kaybetmişlerdi, babasının gittiğini bile farketmediler. Ömer kendisine geldiğinde zorla hareket etti. Annesine baktı, gözyaşlarıyla yıkadı üzerindeki kanları ve pansumanladı. Kız kardeşleri ürkek adımlarla yanlarına gelmişti. Sarıldılar ,titriyorlardı. Mevsim kıştı ve sanki dışarda kalmışlardı. Sevgileriyle ısıttılar yüreklerini, şaşkınlığın donmuş heykelini bu sıcaklıkla erittiler. Bundan sonra dördüydüler bunu o an hissetmişti Ömer.
           Ertesi sabah kağıt mendillerini aldı. Satmak için yola çıktı, hayat devam ediyordu. Havayı derin derin içine çekti .Saat tıkır tıkır çalışıyordu, karınlarını doyurmak için çalışmak zorundaydı .Evin erkeği artık oydu ve babası gibi olmayacaktı. Annesine ve kız kardeşlerine sahip çıkacaktı, onların sağlam direği olacak, hiçbir zorlukla sarsılmayacaktı .Her zamanki köşesine dikildi. Birilerinin ondan bir şey almasını bekliyordu. Kimisi yüzüne bile bakmamıştı hiç orda yokmuş gibi,bedeni orda yokmuş sadece ruhuyla ordaymış gibi hissetti. Kimisi korkuyla baktı ona öcü varmış gibi .İşi hiç iyi gitmiyordu bugün. Babası yüzünde insanları korkutan renklendirilmiş bir harita bırakmıştı. Giderken bile zarar vermişti. Giderken sessizce gitseydi ya. Onu bile becerememişti. Neyse ki gitmişti! Umutsuzca, yorgun, bitkin önüne bakarken tepesinde birilerinin dikildiğini hissetti. Kafasını kaldırdı. Bir kadın, bir erkek ona dikkatle bakmaktaydı. Adam onunla alakalı birşeyler öğrenmeye çalışıyordu. İlgiliymişçesine…Neden yani neden ben? Bunlar kim? Yoksa bir çeteleri mi vardı? Ondan mı tavlamaya çalışıyorlardı onu? Daha önce sokakta çalışan arkadaşlarının başına gelmemiş şeyler değildi. Birden annesini ve kız kardeşlerini düşündü, ürktü. Onlar onsuz yapamazlardı, onu beklerlerdi. Birden koşmaya başladı. Adam da peşinden koşuyordu. Nefes nefese kalmıştı, kalbi yerinden çıkacak, göğsü parçalanacaktı sanki ama o yine de koşmaya devam etti . Yol bitti. Şimdi ne yapacaktı? Çıkmaz sokakların amacını zaten anlamış değildi. Delicesine bağırmaya başladı arkasına dönüp peşinden gelen yabancı adama. Adamda değişik bir hava vardı. Gözlerinde… İnanmak istemedi, direndi ama adam onu ikna etmişti bile. Kadın da on beş dakika sonra yanlarına geldi, yanında çocuğun mendillerini de getirmişti. Bir vakıftan geldiklerini, sokakta çalışmaması gerektiğini, onun yerinin buralar olmadığından… Bahsettiler. Ee ne yapabilirdi ki? Babaları bir şey yapamamıştı, onlar ne yapabilirlerdi ki? Birkaç kişi daha yanlarında olacaktı ve yarın evlerine geleceklerdi. Ömer neyine güvenerek bunu kabul etmişti,ikna olmuştu. Gerçekten bilmiyordu.
            Ertesi gün beş kişi evlerini ziyaret etmeye gelmişti. Annesi çay demlemişti, sohbet ettiler. Dost edasıyla…Dost ne demek bilmezdi Ömer. Daha önce de evlerinde böyle sohbet muhabbet edilmemişti. O an yüreğinin bir yerinde dostluk ışığı parladı. Hissetmişti ne demek olduğunu.
İnsanların dostları olabilirdi. Bunun güzel bir şey olduğunu sanıyordu. Bakalım görecekti. Onların mutfak ihtiyaçlarını, giyim ihtiyaçlarını, eğitim masraflarını karşılayacaklardı. Ama karşılığında Ömer artık sokakta çalışmayacaktı. Para kazanması için de güvenli bir işyeri bulacaklarını, günün belli saatlerinde çalışacağını ve okuluna gideceğini, aksatmaması gerektiğini söylediler. Eğer sokakta çalışmaya döndüğünü duyarlarsa, görürlerse tüm yardımlar, destekler çekilecekti. Ömer şaşkındı. Nasıl bir şeyle karşı karşıyaydı bilemiyordu. Şaşkınlık,mutluluk ne hissettiğinden de emin değildi. Onların dediklerini dinleyip vakfa da gidip gelmeye başlamıştı. Çalıştığı yerde insan muamelesi görüyor, vakıfta da sevgiyle karşılanıyordu. Bu onun için ne büyük nimetti bunu hiç kimse anlayamazdı. Yalnızca okul zorluyordu onu. Hayat onun beyninin bazı köşelerini çevrimdışı bırakmıştı o sebepleydi zorlanması. Ama mücadelesine devam ediyor, pes etmiyordu. Ona buna söz vermesinden değil her şeyden evvel kendine söz vermişti. Başaracaktı. Vakıfta Murat diye bir abiyle tanışmıştı. Ona zorlandığı dersleri anlatıyordu. Her şeyden öte halini hatırını soran onunla dertleşen biri vardı. Bu hoşuna gidiyordu, yüreğini okşuyordu. Murat abisi ona umut veriyordu, üniversiteyi kazanabileceğini söylüyordu. Ona bir rüya gibi geliyordu. Ama evlerinin yuva olması, annesinin elif gibi dimdik durması, kız kardeşlerinin gözlerindeki ışığın onu aydınlatmasıyla bunun olabileceğine inanmaya başlamıştı. Ee bir de ‘’İnanmak başarmanın yarısıdır, inan!’’ demişti Murat abisi. O da bir yıl boyunca derslerine asıldı. Soru işaretlerinin hepsini Murat abisi yanıtlamıştı. Üniversite sınavı onun için rüya içinde rüya gibi geçti ve sonucuyla birlikte bu uykudan tatlı tatlı esneyerek uyanmıştı. Ömer hukuk fakültesini kazanmıştı. Artık ailesinin, mazlumların korkmasına gerek yoktu. Artık daha da dimdik, sapasağlam önlerinde duracak, zalimler yanlarına yaklaşamayacaktı.
         Hukuk fakültesindeyken çalışmayı da bırakmadı. Her zaman yarı zamanlı iş koşturması oldu. İş dışında gözü hep kitaplardaydı. Ruhu açtı, susuzdu. Yıllardır çölde sürünmüştü .Bitap düştüğü anda bulduğu bir su kuyusuydu adeta kitaplar. Fakülteyi beşincilikle bitirdi ve bugünlere kadar geldi. Babasının karşına dikilmek çok isterdi. Yüzüne haykırmak bazı şeyleri. Babasından yıllarca haber almamışlardı. Trafik kazasında, ayyaş olmuş bir kenarda, dövülerek… Ölmüştür belki de. Tek istediği ölmüş olmasıydı. Çevresine zarar bir adamdı çünkü .Bir gün yüzünün güldüğünü bilmiyordu onunla.
       Ömer’in parlak bir aile geçmişi yoktu. Onun melekleri annesi ve kız kardeşleriydi. Hayatında en çok sevebileceği kadın da annesiydi. O yüzden çevresindeki alımlı kadınlar da umurunda değildi. Ailesine ve Hak yolunda mazlumların yanında olmaya adamıştı kendini.
       Eve geçmişti bile. Yol boyunca hayatı bir film şeridi gibi geçmişti gözlerinin önünden. Bu yüzden hiç anlamadı zamanın nasıl akıp gittiğini. Araba kullanmanın zamanla refleks haline gelmesi ne büyük nimet diye düşündü Ömer. Yoksa bu kadar dalıp gitmeye bir facia yaşanabilirdi. Arabadan indi ve heyecanla eve çıktı .Kapıyı açan valide sultanıydı. Annesine öyle bir sarıldı ki, kadıncağız ne olduğunu anlayamadı ama hoşuna gitmişti. Geçmişe doğru yaşadığı yolculuğundan bahsetmedi sadece acıktığını söyleyebildi. Çünkü, gözlerinin bulutlanmasını istemiyordu. Karnını doyururken tatil planlarından bahsetti ,annesinin ısrarlı öğrenme çabaları fayda göstermedi. Sürprizdi.
       Sürprizler ,açılmayı bekleyen mutluluk paketleri vardı artık onların. Onlar ise yaşadıklarını heybelerine atmış, Allah’ın nasip ettiği bu yolda hak yolunda savaşmayı tek gayeleri edinmişlerdi. Yüreklerindeki tek dava çaresizlerin çaresi olabilmek, onlara el uzatabilmekti.
                                                                                                                 **TAHAMMÜL**


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder