"Çoktur eğerçi derd ü belâsı muhabbetin / Ammâ ne çâre elde değil ihtiyârımız"
RÛH Î-İ BÂĞDÂDÎ
(Gerçi aşkın dert ve belası çoktur ama ne çare / İrademiz bizim elimizde değil ki.)
(Gerçi aşkın dert ve belası çoktur ama ne çare / İrademiz bizim elimizde değil ki.)
Satırlarıma güzel bir sözle başlayayım dedim. Mustafa Kutlu'ya her eserinde bizi bu seçmece kelimelerle buluşturduğu için tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Elimden geldiğince ve sindirerek anlamaya çabalayarak eserlerini okumaya çalıştığım, çokça da sevdiğim bir yazardır kendisi. Zaten anlatmaya ne hacet devamlı anıyorum. Blogumuza da adını veren, 1983 yılında yayımlanan "Ya Tahammül Ya Sefer" eserini ancak bitirdim. İlk okuduğum kitabı olsaymış keşke diyerek kendime kızmadım da değil hani.
Birçok eserinde ya sev ya terk et dercesine kullandığı bu deyiş boşa değil elbet. Çoğumuzun hayatında bir yeri mutlaka vardır. Kitabı okuyunca insan haliyle kendi yaşamında da böyle anları ve olayları hatırlıyor, düşünüyor. Öyle de bir satırlar var ki; "Ya sen yok musun be Kutlu!" dedirtiyor insana istemsiz şekilde.
"Sabahı beklemeyiniz dostum, geceden yola çıkınız. Olur ki uyuyakalırsınız. Sırtınızdaki çıkında ebedi gayenin dürülmüş azıkları varsa ne mutlu size. Gece serindir, yapraklardan süzülen yel gözlerinizdeki yaşları kuruturken ruhunuzda kâinatın derin sessizliğini taşıyarak sabaha doğru yürüyüp fecri başlatınız.
Cemiyetin vahşi, zehirli bitkilerle dolu, her dalında uğursuz baykuşların mânasız telkinler yaptığı sık ağaçlı ormanlarında çetin yolculukların başlangıcı için sabahı beklemeyiniz. Sabahı beklemek öğleni, öğleni beklemek akşamı beklemek gibi bir ruh gevşekliğini doğurur.
Beynimizi tırmalayan zaruretleri mi hatırlatıyorsunuz. Evet hayatın zaruretleri ayaklarımıza dolanmış zincirlerdir ve ıstıraplarımıza çeşni katarlar. Fakat bu vahşi sahayı geçmek için hiçbir zaruret kâfi bir mazeret değildir. Ruhumuzu aldatmayalım, ebedi gayeye ihanet etmiş oluruz.
Durduğumuz noktada inançlarımızın eskidiğini, yabancılaştığını hiç tecrübe etmediniz mi? En acı kayıp budur: Gerilemiş ruhların mütemadiyen tavizler vererek hayatla, zaruretle uyuşmaları...
Filozofun öğüdü bütün hayatımızda takip edeceğimiz en esaslı metottur:
'Uzun yolu seçiniz...' "
Sizce de durup düşündüren, kendini sorgulatan satırlar değil mi bunlar? Okurken İlhan'ın yapacaklarını öyle bir merak ediyorsunuz ki, onunla ezilip büzülüyorsunuz. Banka oturup düşünüyorsunuz, gözünüzden damla damla yaşlar süzülüyor o genç gibi...
An geliyor onun gibi, önünüzdeki masada ne varsa çekip deviresiniz geliyor. Veysel'le ikisinin tarlada güneşin batışını izlediğini hayal ediyor ve sona ulaşıp böyle mi olur her son diyorsunuz. Tabii ki bizim gibi ümitsizlik yakışmaz. Durup silkiniyoruz sonra diyoruz ki Bilge Kral ne demiş;
Son olarak okurken "Sen gitsen de yeşil kalsın bu bahçe." satırlarını düşündüğüm Eşref Ziya Terzi'nin Yollar Senindir ezgisi size benden hediye olsun.
Selametle
:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder